CUMHURİYET ÇINARLARI
Öncelikle söyleşiye başlamadan önce itiraf etmeliyim ki, halamla söyleşi yapmak bunca zaman nasıl aklıma gelmemiş, ta ki Kuaför Nevzat abi ile söyleşimizde her fırsatta halama minnet ve şükran duygularını iletene kadar. Buradan bize ışık olan Nevzat abiyi de teşekkürü bir borç bilirim. Beni bu söyleşi için harekete geçirdiği için. Ne diyeyim insan bazen en yakınındaki değerlerin kıymetini bilemiyor. (S.D.B)
M.B: Öncelikle içeri ilk girdiğimizde dikkatimi çeken duvarda asılı tablonun öyküsünü sorsam?
Mediha Törün: O tablo Ankara´da yapıldı. O gün Fakülte´den çıkmışım perişan, harıl harıl ders çalışıyorum. Ablam bayındırlık bakanlığında çalışıyordu imarda atölyeye gidiyordu. Ben de o gün yanına gittim. Nurettin Ergüven isminde o dönemin meşhur ressamı, otur Mediha dedi. Ayy hocam hiç hazır değilim dedim. Zaten paletimi temizleyecektim dedi ve beni çizdi.
S.D.B: Adet olduğu üzere önce kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Mediha Törün: 24 Mayıs 1930 Menemen doğumluyum. 4 kardeşiz 3 kız 1 oğlan. Ablam Mukaddes, ben, Nermin ve Doğan. Tevfik Fikret´te 3. sınıfa kadar okudum, bizim zamanımızda 4-5 orada yoktu. 4 ve 5´i Kubilay´da okudum. O yıllar Menemen´de ortaokul yok. Ortaokul için Karşıyaka Kız Lisesine geldim. Ablam da aynı okulda lise 1´deydi. Sabah banliyö treni ile giderdik, günde bir tane tren vardı Menemen´den. Saat 6´da gelir, 6 buçukta da hareket ederdi. O nedenle kulaklar gergin tren sesi dinlerdik, çünkü başka vasıta yok. Bahçe ile İstasyon arası uzun bir yoldu, kışın zifiri karanlık olduğu için elimizde fenerle yol alırdık. Orta 3´e geçtik Menemen´de ortaokul açıldı. Ortaokulu Menemen´de bitirdim. Liseye Karşıyaka´da Kız Lisesi´nde başladım. İkinci sınıfı geçtik, üçüncü sınıfa geldiğimiz zaman okul badana, tamir olacak son sınıflar Erkek Lisesi´ne dediler. Son sınıfı erkeklerle beraber bitirdik. Ondan sonra artık babama yük olmayayım amacıyla Öğretmen Okulunu tercih ettim, imtihanlara girdim ve Balıkesir´i kazandım. Karşıyaka´dan 3 kız Balıkesir´e gittik. Numaramız, yatağımız verildi. Sınıflara yerleştik. 3 gün sonra akşamüzeri bir anons bizi okuldan yollayacaklarını ilan ettiler. Puanımız yüksek, ben müdür muavini ile görüşmeme rağmen dinletemedik. Neymiş kontenjan fazlalığı. Arkamız yok. Menemen´den Ecz. Haldun Koşay´ın kız kardeşi Sevim orada son sınıf öğrencisiydi dedi ki, sizin numaralar da yüksek ama o kadar çok iltimasla gelen oldu ki. Oradan ayrılmak zorunda kaldık ama nasıl ayrıldık: okul ile istasyon arası uzun mesafe, okul ova ortasında, akşam saatinde 1.5 saat karanlıkta yürüdük. Her taraf zindan. Ev, bina hiçbir şey yok. Askeriye bile daha katı olamaz. Velhasıl hızlı bir yürüyüşle istasyona vardık. Kondüktör geldi ve bize ne beklediğimizi sordu. İzmir´e tren dedik. Yarın 9´da gelir ancak, ne insafsızmış bu muallimler dedi. Mecburen o geceyi orada geçirdik. Sabah tren geldi, bindik, arkadaşlar Karşıyakalı orada indi, ben Menemen´de indim, doğru bahçeye geldim. Ağlıyorum babam olağan şeyler onlar, hiç ağlama bakayım dedi. 46´lı yıllarda babamın yaptırdığı bahçedeki iki katlı evimize marangoza tahta panjur da yaptırmıştı. Ham tahtaydı, oyalanmam için panjurları boyama işini bana verdi ve sen metin bir insansın, bunları boya düşünürüz dedi. O dönem evimiz gibi şehir içinde öyle bina yoktu. Hep toprak evlerdi. Çatı diye bir şey yoktu. Rumlardan kalan binalar dışında. Bahçemiz mesire yeri gibiydi.
S.D.B: Biraz daha gerilere gidecek olursak ilk geldiklerinde nerede yaşamış dedem? Büyüklerinizden dinlediğiniz kadar mübadele öyküsünü bizlere de aktarır mısınız?
Mediha Törün: Çok muhtelif yerlerde kalmışlar. Çok zorluk çekmişler. Babaannem, dedem, geldiklerinde babam 24 yaşında, annem 21-22 yaşında, 19-20 yaşında amcam gelmiş. Babam annem orada evlenmişler. Mecburi göç olacak babaannem dedeme demiş ki, bak mevlüde gittim, bir kız gördüm onu Hüseyin´e alalım demiş. Anneannemin 3 çocuğundan 2´si, dedem de dahil Çanakkale´ye savaşa gelmiş ve dönememişler. Yusuf dayım da lisede İstanbul´a kaçmış. Annem dayım ile yıllar sonra buluşuyorlar. İlk geldiklerinde İstanbul´a geliyorlar gemi ile. Ama şimdiki gibi iskele, rıhtım yok. Gemi ortada demirlemiş ve kayıklar gelip almış. Bağ bahçeyi, saray gibi evlerini, meyve bahçelerini Vardar Nehri kıyısındaki yaşamı her şeyi bırakıp bir küçük sandığa birkaç öteberi koyup kapağına da ziynet eşyalarını çıtalamışlar. Tüm birikimleri o. Karagümrük´e iskan etmişler, dedem meyve almaya gitmiş. Kilo ile meyveye şaşırmış. Bolluktan geliyor tabii, burada durmayalım demiş. Baba ne derse o olacak. Dedem çok sertmiş. Erkek kardeşim İzmir´e iskan oldu hadi oraya demiş. Güzelyalı´ya gelmişler. Bu sefer de odun almaya gidiyor. Yine tartıyorlar, ya bizim orada yığılı diyor burası da olmaz, başka bir kardeşi de Gerenköy´de imiş, Gerenköy´e geliyorlar. Şaşkın olmuşlar. Menemen´de Kaymakam´a müracaat ediyorlar. Kaymakam iskan yapıyor. Bakıyor ki bunlar şehirli insanı, Köprülü gibi yerden geliyorlar, bunun üzerine sizi Gerenköy´e kaydetmiyorum, Menemen´e kaydediyorum diyor Kaymakam. Böylece Menemen´de kalmışlar. Babaanne ile uzun yıllar yaşadık. Nene derdik. Çok esprili bir insandı. Doğan ile de arası çok iyiydi. Derken Doğan geldi orta ikiye. Orta üçe iftiharla geçti. Fakat bahçede çalışan işçiler bu mal sana da yeter artar, memurun cebi delik ne yapacaksın diyerek bunun kafasına işlemişler. Okumayacağım ben dedi. Babam da ben okumayan çocuk istemiyorum, göçle ben okuyamadım sen okuyacaksın dedi. O zaman asarım kendimi diye neneme gidiyor Doğan. Babam da neneme dedi ki sen şımartıyorsun onu asarsa assın kendini, okuyacak. O da okumayacağım diye tutturuyor. Biz ağlıyoruz. Netice itibariyle okumadı. Ama dürüstlüğü, çalışkanlığıyla, yuvası, çocukları ile takdir ederiz.
S.D.B: Peki hukuk fakültesine giriş nasıl oldu?
Mediha Törün: O sene öyle geçti. Babam çok istemezdi ama mecbur kaldığımız zaman işçilerle biz de çalışırdık. Gelecek yıl lise diploma notuna ve olgunluk sınavına göre Ankara Hukuk´a gitmeye karar verdim. Birinci sınıfta pansiyonlarda, onun bunun yanında zor şartlar altında kaldım.
S.D.B: Neden Ankara da, daha köklü okul olan İstanbul Hukuk değil peki?
Mediha Törün: Liseye trenle gelirken eşim olacak nur içinde yatsın Burhan bizimle aynı trenle liseye gidip geliyor. O bir sınıf önde. Kayınpederim Mal müdürlüğünde çalışıyor Menemen´e tayin olmuş. Bir sene bize trende uzaktan bakarak geçti. İkinci sene bir baktım bir sabah Şehit Kemal Okulu önünde yürürken yanıma yanaştı. Günaydın dedi, gün aydın da değil ama daha hava karanlık. Sizinle konuşmak istiyorum dedi. Ben anladım son sınıfta zaten birleştik ya erkeklerle. Okul da aynı. Annesi babası ile de konuşmuş. Mezun olursam o kızı alırla, ben bu sene sınıfta kalacağım demiş. Oysa ben okuma telaşımdayım. Ben sizi beğeniyorum deyince ben talebe olduğumuzun farkında değil misiniz dedim. Bir de abi olacaksınız ama ben o yolda değilim dedim. Sert tavırla refüze ettim. Yazdığı mektubu da almadım. O konu öyle kaldı. Aslında ben lise bitince İstanbul´a gideceğim, çünkü ablam da İstanbul´da Güzel Sanatlarda okuyor. İki halam da İstanbul´da. Ankara´da kimseyi tanımam.. Netice itibariyle Olgunluk Sınavı sonuçlarının açıklanma zamanı geldi. Sonuç öğrenmeye bile gitmeyeceğim. İyi not alacağımdan eminim. Kayısı toplama zamanı zaten. Ertesi gün bir baktım bahçenin başında Burhan takım elbise giymiş, ev önüne geldi, hoş geldin bile diyemedim. İmtihan neticelerini getirdim dedi. Biliyorum neticeyi dedim. 10 almışsın dedi. Peki siz ne aldınız dedim, ben de 10 aldım dedi. Burhan Tıbba gideceğini söyledi bana de sen ne yapacaksın diye sordu. Ben İstanbul´a gideceğim dedim. O da İstanbul Tıbba gideceğim diyor. Bunun üzerine orada okuyamam, başarılı olamam diye o gece fikir değiştiriyorum. Sen Ankara´ya git dedim içinden. Ablamın üniversiteden can ciğer arkadaşının babası Hacettepe´de diş hekimi, profesördü, kızına mektup yazdım, babası beni karşıladı Ankara´dan trenden inince. Garda beni bir heyecan sardı, ya bulamazsam diye. Kıyafetimizi birbirimize söylemiştik. Adam beni buldu. Beni saray gibi eve götürdüler. Odam var. Ertesi gün eve İnönü geldi. Evde hizmetçi iki kız. Bunlar beni sıktı. Ondan sonra yurda yerleştim. Ama bir oda içinde ayağını uzatsan öbürüne değer. Kızılay´da kitap alırken liseden Nefise isimli arkadaşımı gördüm. Konuşunca sen çalışkansın yaparsın ama Hukuk çok zor, ben sana bir şey söyleyeceğim bedenin çok güzel, gel imtihana gir, tam 9 gün var hemen kayıt yaptır, hem 2 yılda mezun olacaksın dedi. Zorluğu değil de 2 senede mezuniyet aklımı çeldi, babama yük olmayacağım. Tamam dedim. Kayıt oldum. Stadyumda koşular, uzun- yüksek atlama derken halatta takıldım. Hoca bana çıra gibi diyerek halatı önemsemedi ve imtihanı geçtim. Devlet hesabında yatılı oldum. Babamın haberi yok tabii. Hukuk´tan mektup atıyorum o da hukuka gönderiyor. Mezun olunca söyleyeceğim babama. Zaten öyle sık sık gidip gelme de yok. 1 yıl orada okudum. Sınıf geçtik ve Erciyes Dağına gideceğiz. Kayak ve ardından da denize gideceğiz dendi. Kayağı kayarım resim de gördüm ama denizde boğulurum dedim. Güzel bir kayak evi, 1 ay kaydık, dediler ki hepiniz kayaktan geçtiniz şimdi hepiniz serbestsiniz, istediğiniz yerde kayın gelin. Ama biz ölçüyü kaçırdık. Çok tepeye çıkmışız. Aşağı ineceğiz, buz da tutmuş mu, ben önde, arkamda da iki arkadaşım geliyor. Daha yeniyiz. Hepimiz alabora olduk. Kimimizin kolu kimimizin ayağı kırıldı-çıktı, bayılmışız. Kayseri´den askeri helikopter çağırmışlar. Kolum ayağım tavana asıldı hastanede uyandım. Bana beden eğitimi yapamazsın raporunu verdi dahiliyeci. Menemen´e gidince tedavi olacağım, ne olur bana kötü rapor verme diye yalvarmama rağmen. Eve geldim ve babama anlattım, ağlamak istemiyorum ama ağladığımı hatırlıyorum. Babam Ne diyeyim ki sana, o kadar metin ve o kadar mücadelecisin ama hayat o kadar mücadeleli değil dedi bana. Hemen ertesi günü atı arabaya koştu, Gediz´in kumlarını evin önüne yığdı, ayaklarımı kollarımı kumlarla tedavi etti. O yaz öyle geçti. Bir daha beden eğitimi yok dedi. Buraya geçerken zaten okul kendi donuyormuş, 3 sene hakkın varmış, sonra öğrendim. Hukuka devam hakkım saklıymış. Ama tekrar Ankara´ya dönünce, iyiyim ya ve keçi gibi inat ediyorum, dahiliyeciye bu sefer de yapamaz diye raporu ver diyorum. Neden, kendi keyfimle hukuka gidersem tazminat ödemek zorundayım. Giderken böyle tersleştik, gelirken böyle diyor doktor. Ne olur bana çürük raporu verin ki, tazminattan kurtarayım. Halamızın kocası bana kefil olmuştu. Babama ne diyeceğim. Doktor sonunda çürük raporunu bana verdi ve Ankara Hukuka devam ettim.
M.B: O dönemlerde 46-47´de bir genç kızın Balıkesir´e veya daha öncesinde Karşıyaka´ya eğitim için gitmesi çok büyük bir işti. Babanızın bakış açısı neydi veya çevreden nasıl tepki alıyordu?
Mediha Törün: Babama Köprülü Hüseyin derlerdi, okumayı çok severdi, kitap elinden düşmezdi. Kitabın konusu, eski Türkçe yeni Türkçe fark etmezdi. Her gün 3 gazete alırdı. Fikirleri aydın olduğu kadar fiilleri de aydındı. Babam memlekette lise 1´e geçtiği zaman mecburu göç (mübadele) ile Yugaslavya´dan gelmişler. Babamızın bize dediği tek şey: kendinize dikkat edin. Bir gün babama kahvede biri kızlarını büyük şehre okumaya nasıl gönderdin onlar kötü yola düşerse ne yapacaksın demiş. O da bana bak demiş, olursa da okumuş olarak olsun, ne yaptığını bilir. Ne yaptığını bilmeyenden kork sen demiş. Nur içinde yatsın. Bize sonsuz güvenirdi. Biz de onun güvenini yıkmadık çok şükür.
M.B: Peki o yıllarda Hukuk Fakültesinde erkek kız oranı nasıldı?
Mediha Törün: İlk sene 300-400 erkek arasında 6 kızdık. Profesörlerimiz hep Avrupa´da eğitim almış kişilerdi veya İstanbul´dan gelirdi. İkinci sınıfta 28 kişi-5´i kızdı, mezun olduk toplam 15 kişi. Okul bitti ve staja başlamam lazım. Ablam Ankara´da evlendi. Menemen´den mahkemelere yetişemem diye Karşıyaka Arabacılar Sokağında terzi hanımın yanında kiralık oda tuttum. 6 ay mahkemelerde staj sürdü. Ayrıca avukat yanında 6 ay çalışmam lazım. Amcaoğlu vasıtasıyla çeşitli davalara bakan avukatın yanında tecrübe edindim. Çok efendi bir avukattı. 1 yıllık staj sonunda Menemen´e geldim ve avukat olarak çalışmaya başladım. Sene 58. İlk yazıhanem Papazın evin oradaydı, babam bana yazıhane yapmıştı. Ufak tefek mobilya, makineler her şey alındı. Menemen´de o dönem avukat olarak İlhan Hanım, Fehmi Bey, Ahmet Hasırcı ve Ahmet Bey, Girgin, iki tane de istidacı avukat vardı. 3-5 ay sonra bir baktım Burhan yine karşımda. Geldi gene dedim. Çünkü hayalimden bile geçirmiyorum. Hiç irtibat yok, akılda yok. Bu arada başka kısmetler de çıktı. Evlenmeyi düşünmüyorum diye hep ret ettim. Elim ayağım çözüldü, ne yapacağımı bilemedim. Beni refüze ettin ama 6 yıldır seni rahatsız etmedim şimdi mezun oluyorum, sizden olur cevabını almak istiyorum dedi. Şimdi cevap veremem dedim. Ablam da tatilde bahçede. Ablamla konuşacağım o konuyu biliyor. Yarın cevap veririm dedim. Ablam da ehhh be kız Allah´tan ne cezanı istiyorsun kaç defa refüze ediyorsun, bak o da tıbbı bitiriyor, sen de bitirmişsin deyince ertesi gün evet dedim ve böyle güzel evlatlarımız oldu.
M.B: O yıllarda bir genç kız Menemen´de avukatlığa başladı ve ilk davanız neydi?
Mediha Törün: Bahçıvan Meriç Amca vardı asfaltta, bitişik kanaletini açmış, sebzeleri su içinde kalmış, zarar ziyan davasıydı. Ondan sonra kendiliğinden gitti. Bir de askeri hava alanı pamuk tarlalarıydı hep. İstimlak davaları oldu. Karşımızda patron müteahhitler. Karşı tarafın avukatı görüşmeye çağırdı. İşçilerin çalışmaklarının karşılığı olan yevmiyelerini karşılamalarını talep ettim. Tenzilat isteklerine hayır dedim. Patron da tamam dedi. İşçiler bayram etti. Onlardan para almadım, mahkemeden aldığım bana yeter dedim. O davayı unutamam.
S.D.B: Bir de yaşamınızda Doğu Anadolu tecrübeniz var?
Mediha Törün: 1 yıl kadar nişanlı kaldık. Artık evleneceğiz, Burhan bana geldi dedi ki, Doğu´ya gideceğiz. Ben yazıhaneyi açalı 2 yıl olmuş, daha yeni düzen oturtmuşum, takip ettiğim davalar var. Önce ben gelmem, sen mecburi hizmetini yap gel dedim. Evlenince ayrılık mı başlayacak dedi. 1960 Ocak´ın da evlendik. Türkiye´nin bir ucu Ağrı-Diyadin- Karaköse´ye gittik. Ağrı ile Diyadin arası 3 saat mesafede, Karaköse daha da içerlerde. 4 sene kadar orada kaldık. Oğlum Aliş´in doğumu için buraya geldim. 2-3 ay sonra tekrar oraya döndüm. Ama giderken dengin içine daktilomu da koymuştum, çalışmaya fırsat kolluyordum yani, sıkılıyordum, insanları küçük görmüyordum ama Türkçe bilen yok, anlaşamıyordum. Dışarıda kadın göremezsiniz oralarda. Bir gün Burhan savcı ile otopsiye gitti, 4-5 gün gelemeyiz dediler. 8 tane ölü varmış, çığ altında kalmış. Her taraf kar. Köye varmak için 2 gün gideceğiz. Korkmayın kapınıza bekçi bıraktık dedi savcı. Ben bekçiden korkuyorum oysa. Burhan´ın yokluğunu fırsat bilerek, gelirken levhamı da getirmiştim, ama akla bak levhada Bosut yazıyor evlenmişim Törün olmuşum. Astım ben levhayı, odacı abla sen avukat mıydın deyince hiç unutmam bu gece avukat oldum dedim. 3-4 gece sonra bunlar geldiler. Burhan geldi ve levhayı gördü hıııı dedi o kadar. Kafasından neler geçirdi kim bilir. Hepi topu 3 dava aldım.
Mera davasında, Fırat Nehri´nin bir kolu geçiyor, mera diğer tarafta atlarla gidiyoruz. Eşim istemiyor. Ne olur elleme, ben burada sıkılıyorum, sen poliklinik yapıyorsun diye mırıldandım. Bir gün keşfe gideceğiz. Hakim bey Mediha hanım ata bindiniz mi dedi, binmedim der miyim. Nehir kocaman, en uslu atı seçtiler, ata bindim ve nehri geçtik ama indikten sonra hakim Mediha hanım siz ata binmemişsiniz dedi. Bindim dedim. İlkokul 3-4´te çocukken babamın arkasında binmiştim. Yemin de etsem bindim. Sonra yıllar sonra Hatundere tepesine de yine keşif için eşeğe binerek çıkmak zorunda kalmıştım. Bir de Diyadin´de konaklamalı keşif için çadırda kaldık. Arazi o kadar büyük ki gece de kalmamız lazım. Keşif sırasında silahlı çatışma da oldu mu? Yaralanan bile oldu. İçerden çıkmadım korkudan. 1.5 yıl kadar orada avukatlık yaptım. Aliş bu arada ishal oldu. Tam o iyileşti. Kızım Elif çıktı ortaya. Ağrı´da askeri hastanede doğum oldu. Doğum sonrası Burhan ortadan kayboldu, o yoklukta eli kolu dolu hediye ile döndü. Doktora, bana. Birkaç gün sonra eve döndük. Beşik filan yok, bavuldan Elif´e yatak yaptım. Yokluk işte. Hiç unutmam Aliş bir dal çiçek getirdi, kardelenmiş. Çok duygulanmıştım. Elif 2 aylıkken de Menemen´e döndük.
S.D:B: Son olarak Atatürk´ün ölümüne dair yaşadığın içli bir anı varmış onu da dinleyebilir miyiz?
Mediha Törün: Tevfik Fikret´te ilkokul 2´ye gidiyorum. Babam ve ablam hiç uyumuyorlar, devamlı radyoyu takip ediyorlar, babam ağlıyor ömrümde görmemişim. Önce anlayamadım. Sonra öğrendim ki sabah Atatürk ölmüş. Tevfik Fikret´te sınıf mümessiliyim, o sabah sınıfa gittim, çocuklar dedim 1´er kuruş kimde varsa toplayalım. Karşıda bakkaldan şeker alalım dağıtalım. Atatürk ölmüş çünkü. Müdürümüz Ali Rıza Bey geldi: ne bu böyle. Atatürk öldü ya onun ruhuna. Bir tokat attı bana. Ağlarken sınıf öğretmenimiz Huriye Öğretmen geldi, ne oldu kızım dedi. Böyle böyle dedim. Tuttu beni kolumdan gel dedi, müdürü de çağırdı. Müdür bey neden böyle yaptınız dedi. Ben de pişman oldum ama dedi. Öyle de bir anım var.
BİZDE KALANLAR
Aksoy´un iki taraflı ağaçlarla donatılmış sakin sokağından yemyeşil bir bahçeye girdik. Zemin katındaki dairesinin kapısında karşıladı bizi Mediha Hanım. Üzerinde toz pembe ve incilerle süslü hoş bir merserize triko vardı, bej kumaş pantolonu jilet gibi ütülü. Kumral bakımlı saçları ve tatlı tebessümü ile seksen dokuz yaşındaki Genç Hanımefendinin güzel enerjisi bir anda sardı bizi. Kızı Elif Hanım da anne zarafetini kendi kuşağına taşımış nazik ev sahipliği ile eşlik etti sohbetimizin güzel eşsiz anlarına. Duvarda kahverengi çerçeveli mavi zemin üzerindeki Genç Kadının duruşu ve güzelliği bizi etkisi altına almıştı bile; az sonra hikayemi dinleyeceksiniz der gibi bakıyordu Genç Mediha Hanım. Ayağımıza verdikleri zarif deri terlikler, sade bir şıklıktaki evin dekorasyonu, kitap köşeleri ve ev sahibelerinin uyum içinde oluşturdukları ambiyans ilginç bir röportaj olacağının haberini verir gibiydi, öyle de oldu. Mediha Hanıma ve tüm ailesine sağlıklı sevgi dolu bir hayat diliyoruz.
Eski Foto1: 1951-Ankara