İnternette ve sosyal ortamlarda çok miktarda iz bırakıyorum. Bunun en önemli sebebi, belki de, ülke çapında yirmi bin kadar soru cevaplamış olmamdır. Aslında ülke çapında ünlü ve ülke çapında iyi bilinen bir hekim olamadım hiç. Dünya çapında ses getiren makalem var. Dünyanın en önemli tıp kitaplarından birisinde kaynak gösteriliyorum ama ünlülük için başka şeyler gerekiyor bu ülkede. Ben İzmir´e de hitap eden bir kasaba doktoruyum. Buna rağmen arama motorlarında ismim girildiğinde iki yüz elli bin kadar sonuç verebiliyor. İsmim çok kullanılan bir isim değil, dolayısı ile pek adaşım yok. Ben iki adaşımı biliyorum. Bunlardan birisi Almanya´da yaşayan bir vicdani redci sosyalist, diğeri ise Didim´li bir emlakçı. Arama motorunun listelediği bu iki yüz elli bin sonucun büyük çoğunluğu bana ait oluyor hep. Bu sebeplerle Menemen dışından talebim de çok oluyor, Menemen dışından çok hastam geliyor.
Kimi zaman beni bu şekilde internetten bulan bazı hastalara, uzaktan da olsa, büyük yardımlarım dokundu. Bunlardan birisi bir İstanbullu bir çiftti. Bu gün sizlere onların öyküsünü anlatacağım. Dikkatle okursanız insanların sağlık sistemi ( veya sistemsizliği ) karşısındaki çaresizliğini ve benim bunu çözmeleri için gösterdiğim ilginç yordamı öğreneceksiniz. Okudukça belki de benim her aklıma geldiğinde hissettiğim gibi hüzünlenecek veya üzüleceksiniz.
İstanbullu olan bu çift üç tane gebelik kaybı yaşamış bir türlü canlı çocuk sahibi olamayan bir çiftti. Onların dosyalarını incelemek, ellerindeki belgeleri görmek ve yüz yüze görüşmek için davetleri üzerine İstanbul´a gittim. Tüm verileri tek tek inceledim. Başka bazı incelemeler yaptırmalarını önerdim. Bulundukları durumun bilinen ve bilinmeyen yönlerini anlattım. Nasıl mücadele edebileceklerini, bizim neler yapabileceğimizi, neler yapamayacağımızı anlattım.
Bir süre sonra sevinçli haberler ardı arkasına gelmeye başladı. Yeni bir gebelik oluşmuş ve ilk defa sağlıklı gelişmekteydi. İşin size ilginç gelebilecek yönü önerilerime uyup hiçbir mucize ilaç kullanmıyor olmalarına rağmen yaşanıyordu bu gelişmeler. Halbuki daha önceki gebeliklerde bebekler gelişsin diye ne ilaçlar, ne göbekten iğneler kullanmışlardı. Ama yine olmamış bir türlü canlı çocuk sahibi olamamışlardı. Bu defaki bebek benim planıma uygun olarak çok az müdahale ile pırıl pırıl büyüyordu. Bir daha hiç yüz yüze görüşemedik. Gebelikleri boyunca yaptırdıkları her incelemeyi yaşadıkları her olayı, gittikleri doktorlarca kendilerine söylenenleri sürekli bana bildirdiler. Bana gelen bu bilgileri ben yorumladım. Onlar da benim dediklerime uygun olarak davrandılar. Gebelik 30´lu haftalara kadar selametle geldi.
Bayramın ilk günüydü ve ben tam bir yurt dışı gezisi için kapıdan çıkarken kara haber geldi. Gebenin daha doğumuna nerede ise 2 ayı olmasına rağmen suyu gelmişti. Ben o gün Foça´dan bir tekneye binecek ve Midilli´ye gidecektim. Telefon görüşmelerimiz ben evde iken başladı günün içine yayılarak Foça iskelesinde ve teknede devam etti. Sabah 08 dolayından ikindi 16 sıralarına kadar defalarca ve toplamda en az bir iki saat veya fazlası telefon ile görüştük. Ben aslında yurt dışına çıktığımda telefon kabul etmemeye çalışıyorum. Ne ilginç bir şans ki tekne Foça´dan hareket ettikten sonra uzun bir süre Türkiye karasularında kalmaya devam etti. Önce Foça´dan Dikili açıklarına kadar karaya paralel kuzeye doğru çıktı. Ben arka güvertede sürekli telefon ile konuştum.
7,5 aylık kadar bu gebeliği koskoca İstanbul´da hiçbir hastane kabul etmiyordu. Şehrin tüm büyük hastanelerine gidilmiş hepsi bebeğin küçük olduğunu gerekçe göstererek anneyi kabul etmemişlerdi. Kimse gebeye ve eşine bir yol göstermiyor, çaresizlik içindeki aile çareyi beni tekrar aramakta buluyordu.
Günlerden bayramın birinci günü, sabah 08´den 16´ya kadar tüm İstanbul´un belli başlı bütün hastanelerini dolaştılar. Düşünsenize yıllar sonra kucağınıza ilk canlı bebeğinizi almayı ümit ediyorsunuz. Ancak KİMSE SİZİ KABUL ETMİYOR AMA KİMSE DE BİR YOL GÖSTERMİYOR.
Ben Taksim Meydanı diye anımsıyordum ama geçenlerde görüştük İstanbul´ un en büyük Üniversite Hastanesinin önündeki büyük bulvar imiş işin doğrusu. Baktım olmayacak son olarak dedim ki: ?Şimdi bulunduğun yerde yere oturuyorsun ve 112´yi arıyorsun. Seni bir yere yerleştirmelerini istiyorsun. Bunu sağlayıncaya kadar yerinden kalkmayacağını söylüyorsun? . Bunu önermedeki gerekçem aslında basitti. Tüm sağlık kuruluşları aslında kendilerine ulaşan bir acil hastanın tedavisini kendi imkanlarını aşması sebebiyle üstlenememeleri durumunda bile o hastayı yine de kabul etmelilerdi. Ardından gitmesi gereken üst kuruma kendileri sevk etmek, bu yere ulaşıncaya kadar selamette kalmalarını sağlamak için ne gerekiyorsa yapmalılardı. Kimse bu düsturları uygulamıyor hastalar da çaresiz ortada kalıyorlar çırpınıyorlardı. Yanlış anlaşılmasın eskiden değil, anlı şanlı sağlık reformumuzun ardından yaşandı bu olay.
Tam da bu sırada tekne burnunu Türk karasularının dışına doğru çevirdi. Yurda döndüğümde öğrendim ki benim önerilerim sayesinde Ömürcan 1900 gr olarak doğmuş, birkaç gün kuvöze konmuş. Şimdi okula gidecek yaşa geldi. Ömürlü olsun, memlekete yararlı insan olsun.
Haftaya kadar sağlıklı günler dilerim. Umarım hastanelere işiniz düşmez.