S.D.B: Öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Fehmi Güven: 26 Kasım 1981 Menemen doğumluyum. Aslen Yanıkköylüyüz. İkizim ve iki de abim olmak üzere 4 erkek kardeşiz. İkizin büyüğüyüm ben. Babam çiftçi Nevzat Güven. İlkokulu Yanıkköy İlkokulu´nda birleştirilmiş sınıflarda okuduk. Ortaokul için 9 Eylül´e köyden gidip geldik. Ortaokulu bitirmeye yakın, 1 Haziran 96´da tatsız bir trafik kaza geçirdik. 13 gün komada yattım. Kollar kırılmıştı, platin takıldı. Kısaca yaz öyle geçti. Sonra Menemen Lisesine devam ettik. Bu arada yaramaz ve hareketli bir çocuktum herhalde o kış okul bahçesinde düştüm, bir kez daha kolum kırıldı, yine platin takıldı. Köyden gidip gelmemiz, haşere bir çocuk olmamız sebebiyle, ikinci kırığın arkasından okul hayatı bitti. Arkasından iş hayatı başladı. Hep ticarete daha yatkın bir kafa yapısına sahiptim zaten.
S.D.B: İlk işiniz ne oldu?
Fehmi Güven: Yağız Kuyumculukta işe başladım. Bu arada öncesinde okul devam ederken hafta sonları, yaz sezonlarında olmak üzere dedemle pazarlara da çıktım. 98 yılında burası nasip oldu. Tanıdıklarımızın vesilesiyle babam beni buraya meslek öğrenmem için rahmetli Remzi abinin yanına verdi. Hatta ilk maaşımı aldığımda babam bana kızmıştı ben seni oraya para için mi gönderiyorum, ben sana harçlık vermiyor muyum diye. Eskiden eti senin kemiği benim anlayışı vardı. Allah razı olsun rahmetli bize mesleği öğretti. Altın bileziği taktı kolumuza. O yıllar dükkanımız Tiryakilerin karşısında idi. 2000´den sonra bu mekana geçtik. 98 mart ayından bu tarafa hala aynı sektörde devam ediyoruz. Meslekte kısaca çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemini tamamladık. Bu anlamda Çıraklık Eğitimde belli sınavlardan geçtik. Kuyumcu ustasıyız.
M.B: Çok hassas bir mesleğiniz var. Altının ayarını ve gerçek mi sahte mi olduğunu anlamak ciddi deneyim gerektiriyor olmalı?
Fehmi Güven: Muhakkak tabii ki, zaten okumakla o deneyimi alamayız, ister istemez çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemini geçirmemiz lazım. Artık öyle bir şey ki göz aşinalığı oluyor zamanla. Her hangi bir tereddüt halinde asitlerimizle kontrol ederek alıyoruz, yine de kuşkumuz varsa atölyelere götürüp ateşe girince az çok ayarı çıkmış oluyor. Daha da tereddüt edersek eğer, İzmir´de ayar evlerine göndermiş oluyoruz. Aslında semt kuyumcusu olduğumuz için tanıdık dışında genellikle yabancı kişilerden ürün almamayı tercih ediyoruz.
M.B: Altın piyasası çok dalgalanan bu nedenle de riski yüksek bir piyasa. Kısaca piyasayı nasıl takip ediyorsunuz? Ticari varlığınızı nasıl koruyorsunuz?
Fehmi Güven: Artık sosyal ağlardan, bilgisayardan, tabletten günlük haber akışlarını devamlı takip etmek durumdayız. Dünyamız öyle bir sistem oldu ki, dünyanın öbür ucunda olan bir olay veya herhangi bir ülkenin seçim sonuçları bile altın fiyatını yukarı çekebiliyor. Bu nedenle sadece gün içinde değil akşam saatlerinde bile ekonomi kanallarını takip etmek zorunda kalıyoruz açıkçası. Hele ülkemizde yaşanan son süreçte art arda seçimler nedeniyle ister istemez daha çok takip etmek zorunda kalıyoruz. Bu arada ürün seçerken de toplumda şu dönem ne moda diyerek medyayı takip etmek durumundayız. Dizilere bile bu gözle bakıyoruz ki müşterinin taleplerini karşılayabilelim. Toptancıdan o ürünlerin seçiyoruz. Yelpazemiz çok geniş. Yoksa yetişemeyiz. O nedenle de ön tarafa çıkan ürünlerden almaya çalışıyoruz.
DÜKKAN KAPISINDA KÖYLÜLER BEKLERDİ
M.B: Uzun süredir bu sektörde olduğunuza göre düğünlerde takı atma alışkanlıkları ile ilgili geçmişten bugüne değişim oldu mu?
Fehmi Güven: İster istemez çok değişimler oluyor. Ülkemizin veya dünyamızın ekonomik durumlarına göre bilhassa ülkemizin zaten. Çok eskilerden çiftçimizin dükkan açılmadan kapının önünde oturup bizi beklediğini biliyorum ben. Kendi köylülerimiz geliyordu, hadi ya Fehmi nerede kaldın, açsana dükkanı diyenleri duydum, hatta açar açmaz ver oradan 10 tane bilezik, 10 tane Reşat altını, beşi bir yerde derlerdi. Ama son zamanlarda ülkenin ekonomik sıkıntıları içinde ister istemez bu kelimeleri daha az duymaya başladık. Neden? Çünkü bir çeyrek altının fiyatı 315 lira-320 lira. Geçen günlerde doların zirve yaptığı süreçte, 340-350 liraya kadar altının tavan yaptığı günlerden sonra ister istemez insanlar altından soğuyor. Şu anda grama döndük hatta onun bile yarısına dönmeye başlıyoruz. Gram bile 180 lira. Bu nedenle köyler de bile düğünlere sıcak bakmıyorlar artık veya düğünlerin de şekli değişti. 3 gün süren yemekli köy düğünlerinden, salon düğünlerine, hatta 1 saatlik nikaha bile dönenler olmaya başladı. Zaten artık köylü de kalmadı, gençler köyde yaşamıyor, hatta eski nesil bile çiftçiliği gelir getirmediği için yapmıyor. Şu an çiftçilik yapan genç sayısı parmakla sayılmaya başladı. Üretim yapamadığı için genç nesil de şehre kaydı. Yoksa para kazansaydı köyünde kalırdı ve böylece şehirler de tıka basa dolmaz daha huzurlu bir ortam olurdu. Yeni nesil okurdu ama yine de toprağının başında olurdu. Sistem böyle olunca anne babalar ben yaptım bu işi, görüyorsun halimizi, sen yapma, git kurtar kendini demeye başladı. Mesela biz bile iki büyüğümüz çiftçilik yapıyor, iki küçük kardeş esnaf olarak ticaret hayatına atıldık. Bizim çocuklarımız da anne babadan görmediği için o işlerden uzak. Hafta sonu bizle beraber köye ziyaret maksadı ile gidiyorlar sadece.
BİR VEFA HİKAYESİ
S.D.B: Güvenlik önlemi olarak ne yapıyorsunuz? Maalesef geçmişte yaşadığınız can kaybı ile sonuçlanan acı bir hadise de var. Kısaca bu konudan da bahsedecek olursak.
Fehmi Güven: Teknoloji geliştikçe güvenlik konusu her geçen gün daha da gelişmekte. Zaten Yağız Kuyumculuk olarak yaşadığımız o acı olaydan sonra güvenliği biraz daha ön plana almaya çalışıyoruz. 98´de rahmetli Remzi abinin yanında bu işe başladım ya 2003 yılında askerlik dönüşü de aynen sürdürdüm. Mayıs ayından Aralık´a kadar da beraberdik. 5 Aralık 2003´de tatsız bir olay oldu. Hiç beklemediğimiz bir anda gerçekleşti. İçeriye girmeleri karşımızda onları silahla görmemiz an meselesiydi. Ben de buradaydım. Bir elemanımız daha vardı. Bu sefer de göğsümüzden vuruldum. Trafik kazasının ardından ikinci kazam yani. Kalbe gelmedi ama göğüsten geçtiği için karaciğer, akciğer ve omuriliği sıyırıp da çıkmış bedenimizden. Remzi abi orada vefat etmişti. Mal canın yongası düşüncesiyle müdahale etmişti diye düşünüyorum. Üzerlerine yürüyünce silahlar patladı. Sekenler de bana geldi. Kısa dönem felç durumum oldu. Omuriliği sıyırıp geçtiği için mermi ayağa giden sinirleri yaktı. Fizik tedavi ile beraber 2-2.5 ay hastane dönemim oldu. 3 aylık fizik tedavi sonrası yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Olay cuma günü sabah saatlerinde 9.30-10 civarında oldu. Cumartesi pazar kapalı kaldı. Pazartesi günü rahmetlinin kardeşi Uğur abi geçici olarak geldi. Benim hastalık sürecimde o yönetti. 3 ay sonunda iyileşince işe döndüm.
M.B: Böyle bir talihsiz olayı yaşadıktan sonra bu işten vazgeçmediniz, üstelik aynı mekanda bu işi devam ettirdiniz. Aynı mekana girip çalışamayabilirdiniz. Bu kararı nasıl verdiniz?
Fehmi Güven: Fazla düşünmedim aslında. Hasta yatağımda gelip de bana, bizimle var mısın dediklerinde. Ben hiç tereddüt etmeden iki yetim çocuğu düşünerek o sorumluluğu üstlendim. Olay sonrası işe başladığımda ilk önce çalışandım. Esnaflık zaten farklı bir tecrübe gerektirir. Tezgahın arkasında sima olarak beni görmeye alışkındılar. Olaydan sonra da işe devam ettik. İç dekorasyon olarak ufak tefek değişiklikler dışında mekanımız hala aynı. 2004´ten 2010´a kadar çalışan olarak bulundum burada. Bir süre rahmetlinin eşi Dilek hanımla beraber işleri yürüttük. 2008 yılında sağlık problemi yaşadı Dilek hanım. 2009´un son aylarında ekim 10-11´da dünya evine girdik. Evlendikten yaklaşık 1 ay sonra Dilek hanım bana dedi ki, sen artık evlendin, ben de stresten uzak bir yaşam sürmek istiyorum, düşüncem senin burada devam etmen Allah razı olsun anlaştık ve ceketlerini alarak buradan çıktılar. 2010 1 Ocak´ta mekan sahibi oldum. Her şey doğal akışında oldu. Nasip kısmet meselesi. Hala daha da görüşüyoruz kendileri ile. Belli bir sınavlardan geçerek çok şükür bu günlere geldik. İki çocuğum oldu. Hatta ilk çocuğumum adını bile yengeden müsaade alarak Yağız koyduk. Oğullarının ismi Yağız´dı zaten. Olaydan sonra mekanın ismi de Yağız olarak aynen devam etti. Sonra Belinay isminde bir de kızımız oldu.
M.B: Altını yatırım aracı olarak görmek mümkün mü tüketicilere neler önerirsiniz?
Fehmi Güven: Her geçen gün her sektör de olduğu gibi bizim sektörde de işler zorlaşıyor. Ama bizim iş daha da zor. Çünkü biz insanların cebindeki parayı değil de, yatırım yapabilecekleri parayı almaya çalışıyoruz. O da maalesef gün geçtikçe eriyor. Üst üste seçimler, darbe gibi belirsizlik dönemleri geçiren ülkemizde altın zirve yapmakta. Her şeye rağmen hala daha altın iyi bir yatırım aracı. Köy hayatında bankadaki altın hesabı tercih edilmemekte. Daha çok şehir yaşamında günümüz şartlarında güvenlik gerekçesiyle altın hesabını tercih etmek gayet normal. Ekonomiye can vermek adına oraya kaymalarını iyi gözle bakarız. Bir husus da var ki, kuyumcu olarak ne altının çok yukarı çıkmasını, ne de çok aşağıya düşmesini isteriz. Çünkü altın yükseldikçe insanların alım gücü de yükselmiyor. Tam tersine düşmeye başlıyor. Düğünlerde çeyrek altın birinci derece hısımlara takılabiliyor artık İnsanımızın alım gücü düştü.
S.D.B: Sektörünüzün geleceğini nasıl görüyorsunuz peki?
Fehmi Güven: Her şey ekonomiye bağlı. Seçimleri atlattık. Aynı iktidar devam ediyor, artık top onlarda. Madem yeniden iktidar oldular, seçim öncesi vaat ettiklerini, söylediklerini yerine getirmelerini bekliyoruz.
BİZDE KALANLAR
Işıl ışıl vitrinler, aynı ışıltıyı taşıyan tezgahlar ve güler yüzüyle bizi karşılayan Fehmi Bey. Yanıkköy´de başlayan bir hayat hikayesi, kazalar, şanssızlıklar, tesadüflerle devam eden sonuçta üç Yağız´ı bir araya getiren bir ?vefa hikayesi? çıkıyor bu röportajdan. Köşedeki kuyumcu dükkanını, merhum Remzi Kasap beyi, Fehmi beyi çıraklıktan başlayıp, mekan sahipliğine ulaştıran süreci dinlerken biz çok duygulandık. Bu arada altın piyasası ve değişen alışkanlıklarımız, altının hayatımızdaki yerini de konuştuk elbette. Mekan sahibimiz ve çalışanlarına sağlıklı, bereketli, günler dileyerek mekandan ayrılırken hiçbir maddi varlık insan hayatından değerli olamaz diye düşünmeden de edemedik elbette.