Mekanlar ve İnsanlar köşemizde bu hafta, fotoğraf ve belgesel dünyasına kazandırdığı çalışmaları ile bu alanda fark yaratan Yunus Koç´u Taşhan´daki mekanında gerçekleştirdiğimiz söyleşimizde sizlere tanıtmak istedik.
S.D.B: Öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Yunus Koç: 1965 Rize doğumluyum. Yalnız babamızın memuriyeti nedeniyle çocukluğum 1 yaşından itibaren İstanbul´da geçti. Fotoğrafla ilgim de şöyle gelişti, ortaokul birinci sınıfta bir gün okul yeni açılmıştı, öğretmenimiz o gün sınıfa girdi ve çocuklar bugünkü dersimiz fotoğrafçılık dedi ve o gün ben de şimşekler çaktı. O dönem fotoğrafçılık dersi vardı. Okulumuzda karanlık oda vardı. Öğretmenimiz bize daha o yıllarda enstantane, diyafram bunları öğretmeye başladı. O güzel virüs kanıma bu şekilde girdi. Sınıfta iki kişinin fotoğraf makinesi vardı, bir tanesi de bendim, abimin fotoğraf makinesini alıp gidiyordum. Çocukken her şeye daha çabuk adapte oluyorsunuz ama içimde bu olay varmış zaman içinde bunu anladım. Benim şu dikkatimi çekti yaşamıma dair, çocukluğumdan beri böyle hala daha da öyle, televizyonda diyelim bir filmin sahnesine herkes kendini kaptırmışken ben o sahnenin nasıl çekildiğini, teknik yönünü düşünürüm. Hep kamera arkasında olmayı sevmişimdir. Kamera önünde olmayı düşünmedim düşünmüyorum da.
S.D.B: Eğitim hayatınıza dönecek olursak, nasıl devam etti?
Yunus Koç: İstanbul´da ilkokul ve ortaokulun ardından babam emekli oldu ve Rize´ye döndük. Rize´de teknik liseye elektrik bölümüne devam ettim. Üniversitede sosyal bilimler okudum ama mezun olmadım. Özel sektörde bir Fransız firmasında iş hayatına atıldım. Yönetici pozisyonuna kadar yükseldim. Emekli olduktan sonra da bir buçuk yıl daha aynı yerde işe devam ettim. Hayrola neden bırakıyorsun dediklerinde sırf fotoğrafla uğraşacağım dedim.
M.B: Özel sektörde yönetici pozisyonunda iş yaşamınız muhakkak çok yoğundur bu arada fotoğrafçılıkla bağınız nasıldı?
Yunus Koç: Çok doğru, iş hayatım nedeniyle dediğiniz gibi çok yoğundum ve ancak cumartesi günleri fotoğraf çekmeye vakit bulabiliyordum. Pazar günleri de eşime ve oğluma vakit ayırıyordum. Bu arada evliyim ve 24 yaşında bir oğlum var, Karadeniz Teknik Üniversitesi´nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyor. Cumartesileri fotoğraf çektiğim için ?cumartesi fotoğrafçısı´ dediler bana. Yaşamımda hiçbir şeyi aksatmamaya çalıştım. Fotoğraftan da hiçbir zaman kopmadım. Çalıştığım zamanlarda firmada da fotoğraf kulübü kurdum. 24 tane öğrencim vardı çeşitli pozisyonlardan. Onları eğittim. Hala daha bu konuda çalışmaları devam ediyor. Fotoğraf Sanatı Derneği´nde çeşitli sunumlar yaptım, eğitimler verdim. Bazı üniversiteler davet etti. Mesela en son Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümü davet etti, orada ders verdim.
S.D.B: Çektiğiniz belgesellerinizden bahseder misiniz?
Yunus Koç: ?Dört Mevsim Karadeniz´ ismiyle Karadeniz´de 1 yıl süreyle belgesel çektim. Son üç ayı bu kıştı. Rize´de Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi davet etti üç saat ders verdim o dönem. Daha evvel de ?Karadeniz Yok Olmasın´ diye bir belgesel çektim. Tam anlamıyla bitti diyemem. Bildiğiniz gibi Karadeniz´de HES´ler kuruluyor, 3-4 yıl sonra tüm Karadeniz´in olumsuz yönde çehresi değişecek maalesef. Bildiğiniz gibi Türkiye´de en çok yağış alan yer Karadeniz bölgesi. Bilim adamlarının söylediğine göre, susuzluk Karadeniz´de başlayacak maalesef. Ayrıca yine 1 yılda çektiğim Ödemiş- Birgi Masalı belgeselim de var. Belgesellerimde müzik hariç, fotoğraf ve video çekimleri ile kurgu, montaj hepsi bana ait.
M.B: Anlıyoruz ki bu çok sevdiğiniz bir alan, hobiniz değil, aşkla bu işi yapıyorsunuz. Fotoğrafçılık teknik bir iş. Bu alanda kendinize nasıl bir yatırım yaptınız? Belgesel çekip kurgu yapacak seviyeye nasıl geldiniz? Kurslara mı gittiniz? Kısacası bu anlamda altyapınızı nasıl geliştirdiniz?
Yunus Koç: Tabii ki çocukluğumda ilkokulda, ortaokulda kullandığım makine ile şimdiki makinem kıyaslanamaz bile. Şu anki ekipmanlarım son sistem. 4K dediğimiz. O ekipmanlarla sıfır iyi otomobil alırsınız, o düzeyde. Şu da bir gerçek dünyanın her yerinde hobi pahalı, ucuz hobi yok. Resim de yapsanız, kayak da yapsanız, avcılık da aynı şekilde. Biz de bir nevi avcıyız, ışık ve renk avcısıyız. Teknolojik yatırım kesinlikle önemli. Şu anki fotoğraf makineleri ile kötü fotoğraf çekmek daha zor diyebilirim. Herkes fotoğraf çekebilir ama fark yaratan fotoğraf çekmek önemli. Fark yaratan fotoğraf için de gönül gözünüzün açık olması lazım. Bakmak ile görmek arasında ince çizgi var ya o fotoğrafta çok önemli. Bu iş neye benziyor biliyor musunuz? Dünyanın en gelişmiş makinesi olsun yürekte bir şey yoksa olmaz. En son teknoloji makine de olsa çekemeyen çekemiyor. Fotoğraf makinesi size değil, siz fotoğraf makinesine hükmedeceksiniz. Sadece makine bir şey ifade etmez. Teknik bilgi de gerekli. Bir kere doğuştan gelen bir yetenek ve artı çok çalışmak gerekli. Bakın ben şu anda 54 yaşındayım, 30 kusur yıldır fotoğrafla uğraşıyorum, her gün abartmıyorum 3 saat ders çalışıyorum evde. Artık seminer verecek düzeyde olmama rağmen seminerlere de gidiyorum. Önümüzdeki günlerde film atölyesi de düşünüyorum. Son 5 yıldır fotoğrafın yanına hareketli fotoğraf dediğim videoyu da ekledim. Drone ehliyeti aldım. Bu konuda eğitimden, sınavdan geçtim. Trabzon´daki Sümela Manastırını da drone ile çektim. İddia ediyorum drone ile ilgili Yunus Koç tarzı da yapacağım. Bu çalışmaları da çok severek yapıyorum. Ciddi bir görsel hafızam var.
M.B: Fotoğrafçılıkla fotoğraf sanatçılığı arasındaki fark sizce ne?
Yunus Koç: Ben de fotoğraf sanatçısı olarak geçiyorum. Neden? 4 tane yayınlanmış fotoğraf kitabım var. Türkiye´de 5 tane fotoğraf müzesi var. Bunların hepsinde benim kitaplarım var. Son gelişmeleri bilmesem de yaklaşık Türkiye´de 273 fotoğraf sanatçısının en az 1´er tane kitabı var. Sunum ve sergiden ziyade kalıcı olmak adına kitaplara daha ağırlık veriyorum. Kalıcı ve uzun soluklu projeler üzerinde çalışmayı seviyorum. Zaten yaptığım işi tam anlamıyla yapmaya özen gösteririm. Kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerde Türkiye´yi dolaşarak çektiğim fotoğrafları Alın Teri başlığı altında 2 kitapta topladım. İlk kitabın tamamlanması 7 yıl, ikincisi 5 yıl sürdü. İzmir´de Çiftbağcı Alışveriş Merkezi var Özbek Bağcı kitaplarımın basımı ile ilgili sponsorluk yapıyor. Torunlarıma maddi miras değil, kültürel miras bırakmak istiyorum, hocam siz üretin biz bunları kitaplaştıracağız diyor. Alın Terinin 3. cildi çıkacak. Yel Değirmenleri konusunda uzun yıllardır çalışıyorum bunların birçoğu da Ege´de zaten. Onlar da yok olup gidiyor o da kitap haline gelecek. İnşallah sağlığımız elverdiği sürece son nefesime kadar fotoğraf makinemi elimden bırakmayı düşünmüyorum. Hayatımın sonuna kadar fotoğraf ve belgeselle uğraşmaya devam edeceğim ve Türkiye´nin neresinde fotoğraf çekerken öldüysem orada defnedin diye aileme vasiyetim var. Türkiye genelinde sadece 5 il kaldı gitmediğim. Anadolu´da ayak basmadık yer bırakmak istemiyorum. Yurt dışı hiç ilgimi çekmiyor. Sadece yurt dışına katalog çekimleri için gidiyorum. Tekrar sorunuza dönecek olursak fotoğraf makinesini eline alıp deklanşöre basan kişi fotoğrafçı ama fotoğraf sanatçısı ona duygu katan, can veren, ruh katan kişi. Biri sanat, diğeri zanaat. Onu sanat yapan sizin kattığınız duygu. Yaşar Kemal´den örnek verecek olursak, Yaşar Kemal´in asıl mesleği arzuhalciymiş, adliye önünde daktiloda yazı yazarmış. Bir gün bir köylü gelmiş, okuma yazma bilmiyor. Sıkıntısını anlatacak, O da yazacak ve götürüp Adliye´ye bu şikayet dilekçesini verecek. Yaşar Kemal de anlattığını yazmış, sonra da anlattıklarını okuyayım, düzeltilecek bir şey varsa düzeltelim demiş. Başlamış okumaya köylü başlamış ağlamaya. Hayırdır neden ağlıyorsun deyince Vay benim başıma neler gelmiş de benim haberim yok demiş köylü. Yalnız bir konu da var ki, sanatçı oldum dediğiniz gün bittiğiniz günün başlangıcı. Hiçbir sanatçı oldum demeyecek sürekli beslenecek. Sürekli okuyorum, günde bir film hatta son zamanlarda günde iki film izlemeye başladım. Bu taklit etme değil, takip etmek. Bazen Kemeraltı´na giderim yanıma hiç makine almadan. Gözlem yaparım, havayı koklarım. Fotoğrafçı bulunduğu ortamın duygularını yansıtmak durumundadır. Benim fotoğraflarım genelde derinlikli, detaycı ve duygu dolu. Ağırlıklı olarak insan çalışıyorum. Benim çektiğim portreler yaşamın içinden, ortamı yansıtan çalışmalar.
S.D.B: Belgesel nasıl başladı fotoğraftan sonra ve sinema filmi de çekmeyi düşünüyor musunuz?
Yunus Koç: Küçük yaştan beri aslında buzdağının altında belgesel yatıyordu zaten. Fotoğraf aslında sinemadan daha zor bana göre. Şöyle ki fotoğrafta tek bir karede derdinizi anlatmak zorundasınız. Ötekinde yarım saat, bir saat, bir buçuk saat zamanınız var. Benim tarzım sinema filmi değil belgeselciyim ben. Sanatçı topluma borçlu doğar öyle bakıyorum olaya. Ben de doğduğum topraklara borcumu ödeyeyim düşüncesi ile sadece Karadeniz´de de değil Türkiye genelinde belgesel çekeyim dedim. Bölgemizde HES´lerin çoğalması, yaylalar arası Yeşil Yol yanı sıra çevre kirliliği ve betonlaşma ile doğaya vahşice bir saldırı var. Yeşil yol ile o güzelim yaylalar yok olup gidecek maalesef. Son güzellikler yok olmadan dört mevsimi orada yaşayıp görüntüleri çekerek Dört Mevsim Karadeniz belgeseli oluştu.
M.B: Herhangi bir yarışmaya katılmayı düşünüyor musunuz?
Yunus Koç: 15 yıldır yarışmalara katılmıyorum. Çünkü birçok yarışmada jüri üyeliği yapıyorum. Etik olarak doğru bulmuyorum. Yine fotoğrafın oskarı sayılan Avusturya´da yapılan bir yarışmada 100 bin fotoğraf arasından altın madalya aldık dernek olarak. Çeşitli ödüller aldım geçmiş yıllarda ama artık yarışmalara katılmıyorum dediğim gibi. Bir de sizler aracılığıyla fotoğraf severlere bir duyurum olacak. Kaybolan mesleklerde çektiğim fotoğraflarımı Taşhan´da 22 Nisan´da açacağım sergide sergileyeceğim. Herkesi Taşhan´da sergime davet ediyorum.
M.B: Analog makine mi dijital makine mi bu konuda sizin fikrinizi merak ediyorum.
Yunus Koç: Uzun yıllar siyah beyaz çektim, negatif çektim. Ama teknolojiye de ayak uydurmak lazım. Teknolojiden uzak kalamazsın. Analog dönemdeki ruhla dijitalin teknolojisini birleştirip kendi sanatımı oluşturdum.
M.B: Geleceğe dair hayalinizi öğrenmek istiyorum ve bu alanda bir idolünüz var mı?
Yunus Koç: Hedefim bana göre çok yüksek. Benim fotoğraflarımı, belgesellerimi izleyen insanların kalbinin yerinden çıkacak gibi atması. Şu ana kadar 30 küsur yıldır bunu başaramadım ama inancımdan da hiçbir şey kaybetmedim. İdol konusuna gelecek olursak Türk olsun yabancı olsun birçok fotoğraf sanatçısını takip ediyorum ama idolüm yok kendimle yarışıyorum. Hedefim her gün bir tuğla daha koymak. Eserlerim ile tanınmak bana yeter.
M.B: Uluslararası düzeyde bu kadar donanımlı işler çıkarırken neden Menemen neden Taşhan?
Yunus Koç: 6 yıldırTaşhan´dayım. Kent 2´de oturuyorum. Taşhan´a gelmem şöyle oldu. Alın Teri kitabım için ustaların fotoğraflarını çekmek üzere Menemen´e gelmiştim. Mehmet abi ( Yorgancı Mehmet Ünver) ile karşılaştım, beni Taşhan´a davet etti. Öncesinde kendisi ile herhangi bir tanışıklığımız yoktu. Burayı gördüm, buradaki arkadaşlarla tanıştım. Hatta bana dediler ki bak burada boş yerler var, sen de gel. Bu konuda yetkililerle görüştüm. Bana da bir yer verdiler. Bu tarihi mekanda birbirinden yetenekli çok değerli insanlarla bir arada bulunmaktan mutluluk duyuyorum. Menemen´e birçok İzmirliyi inanın çevremde ben getirdim. Bende de öyle olmuştu Menemen´de olumsuz bir şey var Kubilay´dan dolayı. Foça´ya, Dikili´ye yazlığa giderken burayı düz geçiyorlardı. Benim aracılığımla fotoğraf çekmek için Menemen´e geldiklerinde şaşırdılar. Şimdi İzmir´den birçok fotoğraf toplulukları beni ziyarete gelmekte. Eğitim almaya gelenlere de uygulamalı fotoğraf çektiriyorum Menemen´in arka sokaklarında. Menemen´in tanıtımına da naçizane ufakta olsa bir katkım oldu diye düşünüyorum.
BİZDE KALANLAR
Taşhan´ın ikinci katındaki oldukça temiz çalışma ofisinde ilk dikkatimizi çeken, bu kadar küçük alanın nasıl olur da içinde birçok obje barındırmasına rağmen kalabalık görünmemesiydi. ?Fotoğrafçılık ayıklamadır? cümlesi onun bakış açısını yansıttığı gibi, ortama da yansımış. Oldukça keyifli ve dolu dolu bir sohbet oldu. Çocukluktan gelen ilginin hobiye dönüşmesi, severek yapılan bir işin bir hayat tarzı olması ve bütün bunların inanılmaz başarılar getirmesinin hikayesi var bu röportajda. Fotoğraf sanatçısı, belgeselci Yunus Beyin eserlerinin çok daha geniş kitlelere ulaşması, fotoğrafladığı veya filme çektiği insan hikayelerindeki ulusal kültürümüzün, doğal zenginliklerimizin geleceğe düşülmüş değerli kayıtları olarak önemli bir görevi yerine getirecektir. İnanın abartmıyoruz 22 Nisan- 26 Nisan tarihleri arasındaki Taş Handa olacak sergisini gezerseniz ne kadar haklı olduğumuzu anlayacaksınız. Yunus Beye ve onun bu hobisine destek veren eşine, yanında olan kurumlara teşekkür ediyor, birçok güzel çalışmalarla daha geniş platformlarda eserlerini göreceğimizi biliyoruz.
Resim altı
Foto2: Afyon, Eskişehir, Kütahya üçgeninde kendi çektiği yol manzarası mekana renk katmış.