Mekanlar ve İnsanlar köşemizde bu hafta, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. A. Suphi Toprak´ı konuk ettik.
S.D.B: Öncelikle kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
A. Suphi Toprak: 1959 Tire doğumluyum. İlkokulu Tire´de okudum. Ortaokuldan itibaren eğitimime İzmir´de devam ettim. Tire´de aslında her şey vardı, kendi gelişmişliği, kültürü, altyapısı iyiydi ama benim gittiğim okul da ülkemizin en iyi okullarından birisiydi. İzmir Koleji idi sonradan Bornova Anadolu Lisesi oldu. Maarif Koleji diye de bilinirdi. Sınavla girdim hatta derece yaptım. 7 yıl orada yatılı okudum.
S.D.B: Küçük yaşta Tire´den ayrılıp yatılı olarak eğitim için İzmir´e gitmeniz nasıl şekillendi?
A. Suphi Toprak: Bizim ailede eğitim çokta önemsenmeyen bir şey değildi. Cumhuriyet´in ilk yıllarında devletin eğitim için dışarıya gönderdiği kişiler arasında bizim dayımız, Almanya´da kimya okuyor. Tire´nin eşraf ailelerindeniz, mal mülk var ama ekonomik koşullarımız çokta rahat değildi. Teknisyen, otobüsçü, kamyoncu, çiftlik yöneticiliği, tornacılık gibi babam birçok iş yaptı. Babamın yaptığı çok önemli bir şey de var ki benim hayatımda, bizim hısımımız ama zengin çocukları ile beraber İzmir´de çok güçlü olmayan basit bir kursa yazdırdı ilkokulda babam beni. Kursu veren beni sınava tabii tuttu (testi de ilk orada gördüm) ve kursa kabul etti. O gün babam bana şunu söyledi ve o önemliydi bence: Bana bak görüyorsun halimizi, okumadım(çünkü ailenin ihtiyacı vardı o nedenle okumamıştı) çektiğim zorlukları görüyorsun. O zaman okul paralı değildi ama okula yemek parası veriliyordu. Bu para babamlar için büyük paraydı. Ben peynir-ekmek yer yine de seni okuturum ama ne yapacaksan kendin için yapacaksın. İster mücadele eder kazanır gidersin, işte orda Tire Lisesi gider okursun dedi. Hafta sonları bir minibüse doluşur İzmir´e giderdik. O grup içinde sınavı bir tek ben kazandım, derece yaptım 8´inci girmiştim. Parasız yatılı sınavında da 3´üncü olmuştum. Bornova Anadolu Lisesi (BAL) 55´de açılmış, kampüs tarzı bir okuldu. Yürüyüş yolu, oyun alanları, ağaçları var ve yatılılık müthiş bir şeydi. Bornova´da o zamanın Çiftçi Caddesi´nde oturan kuzenlerim bile yatılı kalırdı. Çünkü yatılı olmamak için bir gerekçe sunman gerekirdi, psikiyatrik rapor istenirdi genelde. Yatılı olmak mecburiydi. Zamanla bu gevşedi tabii. Ama yatılılık hepimizi çok olumlu etkiledi. İyilikler, kötülükler, zorluklar yaşadık. Hayatın gerçeklerini orada gördük. Abiler var, bir yandan da bizim başımızda tatlısı, serti, yumuşağı öğretmenler var. Aslında ben hepsini iyi anıyorum. Bugünkü ismiyle BAL bizim için çok önemli bir yerdir. Üniversite sınavı zordu ama Türkiye genelinde 14´üncü oldum. Üniversite eğitiminde mühendislik bana daha uygun olmasına rağmen, mühendislik zor ve mücadeleci bir şeydi, ailemin de beni ferah ferah okutacak gücü yoktu, o nedenle istemedim. Yaşar grubu yurtdışında(Danimarka) kimya mühendisliği okutalım dese de, acaba ek para gerekir mi düşüncesiyle korktum ve Ege Tıp´a girdim, 6 yıl orada okudum. Doktorluğun mevcut durumlar içinde uydu bana diye düşünüyorum. Yoksa doktor olmak gibi bir hayalim yoktu. Alanımı belirlerken de aynı mantıkla hareket ettim. Bu arada okurken aile bütçesine katkı koymak için lise 1 yazında toptancı halinde katiplik, lise 2 yazında bir çiftlikte katiplik, lise 3´ün yazında benzin pompacılığı yaptım. Hiç unutmam benzin pompacısı iken babam aradı gazetede adın çıkmış tebrik ederim dedi. Üniversiteyi kazanmıştım. Üniversitede de bir sene Efes Pilsen´de işçilik, bir sene de Amerikan Kültür´de İngilizce öğretmenliği yaptım. 83´te mezun oldum. Sonra mecburi hizmet geldi çattı Kastamonu-Cide- Toygarlı Köyü´ne gittim. Elektrik yok. Yol 73´de gelmiş, o da iz şeklinde, bir dozer geçmiş yol oluşmuş. Ulaşım çok zorluydu. Gömlekli gaz lambası yakmayı, odun bölmeyi öğrendim. Deniz kenarında, çok yeşillikli güzel bir yerdi. Ama insanların hemen hemen hiçbirinin okuma yazması yoktu. 2.5 yıl kaldım orada. O gün için düz tarlaya sürülmüş bir Mercedes´tim. Yanımda benzin yok, yanımda eleman yok, imkan yok. Küçük şeyler yaptım yine de. İnsanların nerede ise tamamında bağırsak paraziti vardı. Bunu tedavi ettim. En azından yeşilin bol olduğu bir yerde idim, çok daha kötü yerlerde olan arkadaşlarımız vardı.
S.D.B: Menemen ile nasıl tanıştınız?
A. Suphi Toprak: Kız kardeşimin okuması için çok mücadele vermiştim. O da iyi bir derece yapıp Ankara´da Kız Meslek Yüksek Öğretmen Okulu´na yerleşti o zaman, sonra Gazi oldu, oraya kayıt olmaya götürmüştüm. Trenle geri dönerken erkek kardeşim de vardı yanımda. Tren bir yerde durdu. Gitmiyor. Burası neresi diye sordum. Menemen dediler. Niye gitmiyoruz. Darbe olmuş dediler. Menemen´i öyle tanıdım. Bir de zamanında Ragıp amcamız vardı, enişte derdik, Menemen´de öğretmenlik yapıyordu, lafın arasında geçerdi bazen. Mecburi hizmet bitti bir yığın mevzuat problemleri sonunda Ege Tıp´a Kadın Hastalıkları ve Doğum ihtisasına girdim. Tüp bebeğin Türkiye´ye getirilişi dahil bir çok şeye şahit oldum, birlikte o mücadelenin içinde oldum. 5 yılın ardından ihtisasımızı aldık. Tayinimizi yaptırmak üzere eskiye dayanan çok güçlü bir destek buldum. Ankara´da, Karşıyaka´ya tayinin çıktı denildi. Zarfı açtım ki Menemen yazıyor. Yıl 91. Meğerse Menemen´den ayrılmak isteyen bir doktor varmış. Onun buradan gidebilmesi için benim buraya gelmem uygun görülmüş. Menemen hayatıma işte böyle girdi. Menemen Devlet´e gelince gördüm ki, Menemen Devlet çok küçükten az büyümüş kötü bir devlet hastanesi. Bu arada Menemen´e gelirken, İzmir´e ağrısız doğumu getirmek üzere kurulan Özel Çınarlı Hastanesi´nin kuruluşuna katıldım. İzmir´e ağrısız doğumu getirdik. İhtisasımın son yılında bir yayın yapmıştım. Daha sonra o dünya çapında bir yayın haline geldi. Ne onlar bana yaldızlı davetiye çıkardı, ne ben onlara aman beni alın dedim. Ben o mücadeleyi vermedim ve oturup Menemen´de işimi yapmaya başladım. Muayenehanemi açtım başladım çalışmaya. İyi gibiydi her şey öncelikle. Zamanla gördüm ki Menemen birçok şeye alışık değildi. Halbuki ben de bir çok yeni şey getirmeyi istiyordum. Menemen´deki 3-5 eşraf her zaman İzmir´de iş görürler. Sıradan işlerini de Menemen´de görürlerdi. Şimdi bir yandan İzmir´dekilerin de üstünde bir hekimlik sunma iddiasıyla davranıyorum. Bir yandan o eski alışkanlıklar onlarla beni karşılaştırıyorlar. Belli gerçeklikler sunuyorum bunlar onları cezbediyor. Öncülükler yapıyorum İzmir´de doğru düzgün yokken ben vajinal ultrason alıyorum. İzmir´de zaten ağrısız doğumun öncülerindenim. Mesela hayatımda görmediğim, bizzat bilmediğim hiç kimsenin reçetesini yazmadım. Bu nedenle bazen kızarlar, örnek vermeye çalışırım anlamazlar. Mesleğimi hem çok yeni ve güncel sürdürüyorum hem de güncelliğin gereğiymiş gibi görülen ticarileşmeyi kesinlikle ret ediyorum. Ticarileşme yerine kişilerin sağlığını ve rahatını korumayı, sağlığını koruyarak onları sağlıklı tutmayı, ihtiyaçlarını görmeyi, neyi satın alacaklarını değil neye ihtiyacı olduğunu bulmayı önemsiyorum. Bunlar toplumun kolay benimsediği ve alıştığı şeyler değil. Topluma duymak istediğini değil, olması gerekeni söyledim hep. Etik mücadelesi verdim diyebilirim. Çok fazla özel hastam oldu, tabii ki doğal olarak bunlar devlet hastanesine de geldiler hizmet almak için, ama özel hastama ne söylediysem aynılarını devletteki hastaya da söyledim. Hastanede ameliyatı önerdiğimde, bir daha görüşmek için muayenehaneme gelirler kapıya dayanırlar, öyle alışmışlar ya ameliyat olunacak bir doktorun muayenehanesine gidelim. Bunu mümkün olduğunca kırmaya çalıştım. Resmi görevimi hiçbir maddi karşılık beklemeden yapmaya çalıştım. Genelde altımdakilerle iyi, üstümdekilerle kötü geçindim. Pratisyenler mesela yeri geldi bana saygı duydular. Onlardan ultrason istediğimde niye istediğimi yazıyordum. Hiç kimseden böyle bir şey görmüyorlardı ki. Çalıştıkça, üzerimdeki yük arttı ve baskılar da arttı. Her geçici göreve benim adımı yazmaya başladılar. Bir gün baktım ki Menemen´de yapacaklarım bitmiş. Alsancak´tan bir muayenehane satın aldım, 2004 yılında muayenehanemi Alsancak´a taşıdım. Sonunda 2004 yılında beni Kiraz´a tayin ettiler. Sonuçta 2004´ten 2011´e kadar muayenehanem devam etti. Kiraz, Aliağa, Kiraz, Yeşilyurt oradan Manisa´ya tayin edildim ve 2011´de Manisa´ya tayin edildiğimde muayenehanemi tekrar Menemen´e taşıdım. Sen Manisa´da memursun Alsancak´ta muayenehane açamazsın dediler ve oysa bu mevzuat kalkmıştı ama benim muayenehanemi mühürlediler. Aylarca süren mücadeleler sonunda, çaresizlik ve yılgınlık hissiydi yaşadıklarım. Bugüne baktığımızda beni mutlu eden bir konu da, çok sayıda doğumum olmuş, doğurttuğum çocuklar büyümüş ve şimdi de onların çocuklarını doğurtuyor olmak.
S.D.B: Farklı bir hekim olduğunuz bu anlattıklarınız ışığında da ortada. Neydi sizi diğer hekimlerden ayıran özellikleriniz?
A. Suphi Toprak: Yeniliklere çok açık, ama bu yeniliklerin ticari ve gösteri bölümünden uzak dururum, her zaman çok basit ve yalın anlatırım, buna rağmen hastalar anlama zorluğu çekiyorlar. Çünkü duymak istediklerine sabitleniyorlar. Çok ciddi kayıtlar tuttum hastalarım hakkında, o kayıtlar sayesinde onların kendilerinin de farkında olmadığı birçok şeyi onlara anlatabildim. Basit ama erişilmez bir şey veriyorum aslında onlara. Ofisimde var olan kare masa gebe, kocası ve ben aynı hizada birlikte oturmak, anlamak ve anlaşılmak üzere yapıldı. Muayenehanelerimi de, yeri geldi ara sokakta, ama işlevsel, müdahale için dinlenme odaları olan, kaliteli ve güçlü cihazlarla donatılmış hastanın tüm ihtiyaçlarını görecek bir şekilde düzenlemeye çalıştım. Çalışanlarımı da iyi eğitimli hale getirmeye özen gösterdim. Mümkün olduğunca onları kaybetmemeye ve onlarla uzun yıllar çalışmaya gayret ettim. En son çalışanım Aylin hanımla da 12 yıldır beraber çalışıyoruz. Üzerinde öncülükle uğraştığım konular bebek sakatlıklarının aranması, cinsel sağlık, cinsel estetik, kısırlık. Zamanla ucundaki maddi potansiyel görüldükçe her biri ayrı bir uzmanlık sahası haline geldi. Ben bu konularla ta başından kimse uğraşmazken ilgilenirdim. Kendi kendime sorgulayarak geliştirdim. Sonuçta kişinin birçok şeyi ameliyatsız, en az ilaç kullanarak, en az ticarileştirerek sadece emeğimim o da piyasadaki gösterişli hekimlerin çok çok çok azını alarak, yeri geldiğinde belki Menemen´dekilere biraz fazla gelse de aslında çok uygun fiyatla çalıştım. Bu anlamda sadece Menemen´e değil İzmir´e de hizmet verdim.
M.B: Gözlemimize göre genellikle kadınların kadın doğumcu ile ilk karşılaşması genelde hamile kaldıktan sonra oluyor, oysaki bunun çok daha öncesinde başlaması gerektiğine inanan insanlardanım. Size de şunu sormak istiyorum: Bir kız çocuğunun sizinle ilk karşılaşmasının en sağlıklısı nedir ve hayat süresince sorun olmasa da rutin kontroller için bu süreç nasıl bir periyotta devam etmeli?
A. Suphi Toprak: Kadın sağlığı kelimesini epey önce kullananlardan birisiyim kadın hastalıkları değil de. Mevzuatta uzmanlık olarak böyle bir isim olmadığı için tabelaya yazamadım ama aslında kadın sağlığı üzerine on binlerce soru cevapladım Türkiye çapında ve insanlara hala ipuçları vermeye çalışıyorum. Bu ipuçları bazen zannettiğinizden önemli oluyor. Çok yakın zamanda bir hastam bir hatır görüşmesi sırasında çocuğunun beslenme bozukluğu olduğunu, bunun için anne sütünün kesildiğini ve mamaya başlandığını anlattı. Bir iki soru sorunca çocuğun kız olduğunu, beslenme bozukluğu teşhisinin kanlı büyük abdesti ile konduğunu, bunun hangi gün yaşandığını öğrendim. İyi ama bazı kız çocukları doğumdan üç gün sonra adet görürler, bu da bu kız çocuğunun sadece kakasında kan var diyemeyiz dedim. Bu konuyu doğum yaptırdığım insanlara tembihliyorum. Demek ki üç günlükten itibaren kadın sağlığı başlıyor. Bu arada anne sütü yaramıyor denilen hanım şu an anne sütü veriyor ama bana çok zor inandı. Yani yaşamın her anında biz varız ve olmalıyız. Bunu yaparken de bir yandan endüstri bizden çok malzeme harca, çok sat, bana da kazandır diyor. Bunu yapmayıp kişilerin hakkını korumaya çalışıyorum. Yerli ve yerindelik üzerine gidilmeli. Birçok zaman bir şeyi yerli yerine oturtmak birçok sorunu çözüyor. Zaten İNSANIN VÜCUDUNU İYİ ETME GÜCÜ OLMASA BİZ BİR HİÇİZ. İnsanın vücudunu iyi etmeyi kıran şeyleri engellemeye, iyi etme gücünü desteklemeye çalışıyoruz. Antibiyotikleri yerinde kullandığında, vücudun kendini iyi etme gücü ile birlikte o antibiyotik işe yarıyor. Dolayısıyla öncelikle insanların hastalanmaması için koruyucu tedbirleri alıyorum. Ama bugünün koşullarında hastalık ön planda. Bu daha da artıyor. Panik, kaygı ve acizlik durumu hakim topluma. Zaten sosyal güvenlik kurumu da hastalık adı olmadan ödeme yapmıyor. Şimdi büyük büyük hastaneler kuruluyor, onların hastaya ihtiyacı var. Daha çok hasta edilmeniz gerekiyor. Benim yöntemim ise bir yandan ayrıntılı inceliyor bir yandan da insanları hasta etmemeye çalışıyorum. Sonuçta her şey yarattığın rant üzerinden ölçülür bu ülkede. Bu sağlığın kangreni. Her yerde karlılık önemli. Bana güvenen hasta toplumunu elimden geldiğince bunlardan uzak tutmaya çalışıyorum. İnsan sağlığını korumada psikolojiden başlamak üzere her bir bileşen önemlidir. Görünür şeyleri aramamız ve kaçırmamamız lazım. Belli yaşların belli riskleri var. Bunu aşırıya kaçırmamaya da dikkat etmeliyiz. Bu mantığı düzgün kuramadıkları için, sistem en başta, hekimler ve hastalar kimsenin birbirinden şikayet edecek hali yok.
M.B: Mesleki hayatınız ve öğrenciliğinizden konuştuk. Hayat sadece iş değil, meslek hayatı dışında kendiniz için açtığınız alanlardan bahseder misiniz?
A. Suphi Toprak: Hayatın kendisi olan her şeyle ilgiliyim ve merakımı çeker. Önüme çıkan her şeyle ilgilendim. Hayat bir bütün diye düşünüyorum. Sonuçta her yaptığım işin layığını vermeye çalıştım. İnsanları merak ederim, nereden geldin nereye gittin diye hep sorarım. İnsanlara çok eleştirel yaklaştım. Ama bir yandan da varlıklarını kabul ettim. Bu onlara yetti. Yeri geldi karşıma kediler çıktı, onları koruyorum. Muayenehanemin önündeki kaldırım köpeklerin toplanma alanı ama bana karşı o kadar saygılılar ki şaşarsınız. Hayvanlar bile senin ona nasıl baktığını anlıyor. Ağaçlarımla uğraşıyorum, 250 kadar, onların bakımlarını yapıyorum. Bugün bu, yarın ne olur bilemem. Hayat o an önüme ne getiriyorsa o. Verimlilik kurmaya çalışıyorum, işime yarar yönlerini alıp kullanmaya çalışıyorum. Gezmeyi seviyorum. Avrupa´nın birçok şehrini adım adım gezdim. Bilerek gezerim.
S.D.B: Dünyada da bu kadar ticarileşti mi sağlık?
A. Suphi Toprak: Hayır, neden? Çünkü dünyada bizim ki kadar züppelik yok. Bir Amerikalı bizim ki kadar kolay doktora gidemez. Dolayısıyla bizim ki kadar ne yaptığını bilmeyen, neyi ne için harcadığını bilmeyen başka bir toplum yok, gereksizlik, görgüsüzlük yok. Sağlıkta da aynısı yaşanıyor.
BİZDE KALANLAR
Op. Dr. Ahmet Suphi Toprak beyle randevumuza birkaç dakika geç kaldık. Ancak durumun sorumlusu biz değildik. Girişin hemen yan tarafında camekanlı bir alanda korunmaya alınmış iki sevimli kedi dışardaki yağmur ve soğuktan habersiz öyle keyifli oynuyorlardı ki, kayıtsız kalamadık. Tıpkı Suphi beyin onlara ve sokaktaki diğer canlılara kayıtsız kalamadığı gibi. Nihayet muayenehaneye girebildik. Her ayrıntısının incelikle düşünüldüğü, özenle düzenlendiği çok belli, tertemiz bir mekan. Sağlık hizmeti verilen her alanda olması gereken hijyen, sadelikle bir düzen, tabi ki donanımdaki zenginlik burada mevcut. Doktor bey çocukluk, ilk gençlik yılarını, tıp eğitimini ve tabiplikteki ilk yıllarından bu güne gelen meslek hayatını ve deneyimlerini bizimle içtenlikle paylaştı. Meslek etiği, kadın sağlığı, sağlık hizmetlerinin sektörleşmesi ve bu gün içinde bulunduğu durum, hayatın bütünlüğü gibi pek çok konuda hoş bir sohbet oldu. İyileştirmek değil; hasta etmemek üzerine kurgulanmış, koruyucu hekimliğin ön planda olduğu, ticaret değil; insan odaklı bir sağlık sistemine duyduğumuz ihtiyaç ve özlemi dile getirdiğimiz sohbetimizi sonlandırırken kendisine ve tüm sağlık çalışanlarına başarılar dileyerek mekandan ayrıldık.