Kınalı Eller yazı dizimizin ilkini Küpçü Ticaret´in kurucusu Bilal Küpçü ile gerçekleştirdik.
Bilal Bey ile Menemen Çömlekçiliği´nin dününü, bugününü ve geleceğini konuştuk. Söyleşimizle bu işin çömlekten ibaret olmadığını öğrendik.
D.B. Merhaba Bilal Bey. Bizi mekanınızda ağırladığınız için teşekkür ederiz. Keyifli bir sohbet edeceğimizi düşünüyorum.
Kurumunuzun adı, kuruluş tarihi, kurucunuzun kim olduğu, kaç kuşaktır bu işi yaptığınız ve ne zaman devreye girdiğiniz hakkında bize bilgi verir misiniz?
B.K: İsmim Bilal Küpçü, kurumumuzun adı Küpçü Ticaret. Kuruluş tarihi 1976. 81 yılında kirada anlaşamadığımız için bir süre ara verdik. 91 yılına kadar usta olarak bir başka mekanda devam ettik. 91 yılında tekrar bir imkan oluştu. Kiracı olarak yine bir yerde kendi adımıza çalışmaya başladık. 96 yılında şu an içinde bulunduğumuz mekanı kurduk. Kendi adımıza burayı işletmeye başladık. O zamandan beridir devam ediyoruz. Mesleğe başlamam ise şöyle oldu. 54 doğumluyum. 63´te ilkokulu bitirdim. O yıllarda rahmetli babam Ali Küpçü´nün yanında çırak olarak başladım. Çalıştığımız tezgahlara biz çark deriz. Çarka ayaklarımız zor yetişiyordu. Aslen Konya´lıyız. 69´da Menemen´e geldim. 2015 hala buradayız. Çömlekçilikte 300 yıl, 9-10 kuşak geriye gidiyoruz. Hem anne hem baba tarafım çömlekçi. Soyadı kanunu çıktığı zaman babamın babası
Küpçü soyadını alıyor, annemin babası da Desticioğlu soyadını alıyor. O günden bu güne geldik.
D.B. Siz bu işe babanızın yanında çırak olarak başladığınızda eminim ki çok iyi ustalar ve büyük atölyeler vardı. Bu adam da çok iyi ustaydı diyebileceğiniz, unutamadığınız ustalar var mı?
B.K: Şu an rahmetli oldu. Tava Mustafa vardı. Diyebilirim ki, benim tanıdığım ustalar arasında unvan verilmeye kalksa ordinaryüs profesör unvanı verilebilir. Çok ufak tefek bir insan olmasına rağmen çok güzel ve devasa ürünler yapabiliyordu. Çok müthiş bir ustaydı.
D.B. Biraz önce bir süre çömlekçiliğe ara verdim dediniz. Mesleğe geri dönmenizin hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
B.K: Yanlış anlaşılmasın işletmeci olarak ara vermek durumunda kaldım. Dediğim yıllar içinde de hep çömlekçilik yaptım. Sonuç olarak kendi imkanlarımızla böyle bir mekan kurduk ve devam ettik.
D.B. Bu işe babanızla başladınız. İlerleyen yıllarda neydi idealiniz? Bir gün kendi fabrikamı kuracağım dediğiniz bir dönem var mı?
B.K: Mutlaka her insanın olduğu gibi ben de kendi işletmemi kuracağım dediğim dönemler oldu. Ara verip tekrar çalışmaya başladığım dönemde öyle sıkıntılı zamanlar geçti çalıştığımız yerlerde. O dönemde dedim ki; biz kendi mekanımızı kurup kendi adımıza devam ettirmemiz lazım. Bu dönem de 80-90 yılları arasında oluşan bir zaman dilimiydi.
D.B. Menemen Testiciliği hak ettiği yerde mi size göre? Daha ne olmalı? Sizi engelleyen temel sorunlarınız nedir? Nereden destek bekliyorsunuz? Bu konularda biraz bilgi verir misiniz?
B.K: Menemen Testiciliği hak ettiği yerde değil. Devletten hiçbir destek görmedik. Göreceğimizi de sanmıyoruz. Ne bekliyorsunuz devletten derseniz?
Bizim işimizin can damarı hammadde yani toprak. Toprak olmazsa bu üretimi yapamayız. Menemen´de bu toprak giderek azalmaya başladı ve zaman içinde kullanılabilecek hammadde otoyollarda, inşaat harfiyatlarında dolgu malzemesi olarak kullanıldı. Farkında olmadan bizim maden kaynağımız amacına uygun olmayan yerlerde kullanıldı. Devlet bu tür malzemeyi yani hammaddeyi bedeli karşılığı çömlekçilere tahsis etmelidir. Üstüne basa basa söylüyorum: Bedelsiz Hiçbir Şey Beklemiyoruz. Kimse de vermez zaten. Buna devlette dahil. Bunun bir bedeli vardır. O bedel devlete ödenir. Biz de bunu alır, hammaddeyi işler ve çömlek yapımında kullanırız. Böylece sıkıntıya da girmeyiz. Belki bir 10 sene daha toprak bulunabilir ama sonra Menemen çömlekçiliği biter. Bu nedenle yetkililerden o bölgenin toprağının sektöre kaydırılmasını istiyoruz. Enteresan bir durum var. Çömlekçilik benim ulaşabildiğim kaynaklarda insanın ateşi bulması kadar eski bir meslek. Yani geçmişi o kadar eski bir meslek. Düşünün o tarihte ateş yaktığı yerdeki toprağın sertleştiğini fark ediyor o günkü insanlar. O günün koşullarında bunu nasıl kendimize uygun hale getiririz diyerek elleriyle şekil vermişler ve toprağın sertleştiğini görmüşler. Bu geliştirilerek günümüze kadar gelmiş. Fakat bugün müzelerde gördüğümüz ürünleri bugün yapamıyoruz. Şöyle ki, o günkü insanların ticari kaygısı ve zaman darlığı yokmuş. 3 ton zeytinyağı alan küp gördüm.
D.B. Menemen´in toprak kalitesini kıyaslamaya kalkarsak ne kadar iyiyiz?
B.K: Menemen´in toprağı benim bulabildiğim bilgiler ışığında Türkiye´de bu alandaki en iyi toprak. Biz bu toprağa kil diyoruz. Biz burada tezgahta ürettiğimiz ürünü direk güneşe ve rüzgara atabiliyoruz. Bir başka yerde bunu yapamıyorlar. Ürün rüzgarı veya güneşi gördüğü zaman çatlayabiliyor. Bu iklimle değil, toprağın yöresel kalitesiyle ilgili bir avantaj.
D.B. Geçmişte bu iş tamamen insan eli ve emeği ile üretilirken zaman içinde makineleşme devreye girdi ve sizin iş hayatınızda da ciddi biçimde belirleyici olmaya başladı. Bu durumda insan faktörü devre dışı mı kaldı yoksa insanlar hala bu işin esas parçası mı?
B.K: Etkin bir şekilde makineler 2000´den bu tarafa bizim sektörde kullanılıyor. Ama makine yardımcıdır. Yine üretimde insan faktörü birinci sıradadır. İnsan olmazsa makine hiçbir şey yapamıyor. Şu an makine ile üretim yapıyoruz. Ama sadece yoğurt kasesini makine ile üretiyoruz. Nedeni de 1 kilo, 500 gr. gibi standardı yakalamak için. Elde mutlaka 10 gr. 20 gr. gibi küçük kaçmalar olur. İnsan faktörü birinci sırada olmasına rağmen teknolojinin faydaları yok mu? Tabii ki var. Bugün biz işletmemizde doğalgaz
kullanıyoruz. 95-96´da işletmeye başladığım mekanımda hiç dumanlı yakıt yakmadım. İlk başladığımız yıllarda dökme LPG, yine dökme doğalgaz, son 3 senedir de bulunduğumuz bölgeye borulu hat doğalgaz geldi. Faydası, ürün pişim kalitesi arttı. Ne kadar derecede pişireceğinizi görebiliyorsunuz. Dumanlı yakıt kullanmıyoruz. Bu şekilde teknolojinin avantajlarını kullanıyoruz.
D.B. Biraz önce de değindiğiniz gibi sektörünüzde birinci önceliğiniz insan faktörü. Bu çerçevede 2015´te yetişmiş eleman ihtiyacınızı nasıl karşılıyorsunuz ve yetişmiş eleman sıkıntınız var mı? Bu konuda neler söylersiniz?
B.K: Yetişmiş eleman yani usta sıkıntısı var. Geçmiş yıllarda benim memleketim Konya´dan her sene Mart ayında buraya en az 15 tane usta gelirdi. Şimdi bir tane bile yok. Orda da kalmadı. Tamamen sıfırladılar işi. Bitirdiler. Niye bitti? Günün koşullarına ayak uyduramamaktan. Şimdi burada yetiştirdiğimiz ustalar var genç nesilden. 90´lı yıllardan sonra. Onlar da kendilerine mekanlar kurup oralarda çalışmaya başladılar. Yeni nesilde bu mesleği öğrenme ve usta olma isteği yok. Biraz da tembeller. Bizler çamurla boğuşuyoruz. Ama çamuru duru suyla yıkadığın zaman akıp gidiyor. Sağlığa zararı ve kalıcı bir kirliliği de yok. Gençler çamur deyip yanaşmıyor bile.
D.B. Yaptığınız işin bir de sanatsal boyutu var. Bir sürü üniversitenin bu konuda bölümü var. Hiç okullarla, üniversitelerle, sanat çevreleriyle bir diyaloğunuz var mı? Varsa nasıl? Stajyer öğrenciler geliyor mu? Deneyimlerinizden faydalanmak isteyenler oluyor mu?
B.K: Zaman zaman oluyor. Ama beklediğimiz ilgi yok maalesef. Son iki senedir de stajyer gelmedi. Geçtiğimiz yıllarda olmuştu. Hatta şöyle bir anım var. Oğlu ile aynı yıl üniversiteye giden bir bayana burada staj yaptırdım. Benim yanımda staj yapanlardan bir tanesi şu anda Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde öğretim görevlisi. İsmi Mustafa Hoşnut. Geçtiğimiz yıllarda İzmir´de sergi açtı.
D.B. Çömlekçiliğin tamda bugünlerde bu kadar dağınık ve bir birbirinden kopuk olması bir sorun olarak görülüyor. Çömlekçiler Köyü kurulması fikrini de duyuyoruz yöneticilerden. Bununla ilgili düşünceniz nedir?
B.K: Fikir çok güzel bir fikir de uygulama aşamasında biraz zorlukları olabilir. Kendine göre bir sürü ihtiyaçları var. Küçük bir proje değil düşünülen. Atölyeler devasa boyutta. Her biri fabrika boyutunda. Başarılabilirse çok faydalı olur. Belki ileriki zamanlarda. Bu bir süreçtir. Olmayacak diye bir şey yok. İhtiyaca göre yapılırsa iyi olur.
D.B. Fabrika çerçevesinde ciddi bir üretim yapıyorsunuz. Bu ürünleri yurtiçi veya yurtdışında nelere yolluyorsunuz? Hangi sektörler, ne amaçla sizden siparişle ürün istiyor?
B.K: Yurtiçinde ağırlıklı İstanbul. Antalya ve İstanbul´dan Antalya´ya kadar sahil şeridine de mal gönderiyoruz. İç Anadolu´da pek fazla tüketim yok. Almanya, İngiltere ve Fransa olmak üzere 3 ülkeye ihracatımız var. Ne amaçla kullanılıyor bu ürünler derseniz. Genelde çiçek saksısı. Çok büyük ürünler de dekor amaçlı olarak, evlerin veya otellerin bahçesi için isteniyor. Peyzaj amacıyla kullanılıyor. Yeri gelmişken bir anımı anlatayım. İş için Almanya´ya gitmiştik. Orada işimiz bitti ve döneceğiz. Sabah 09.00´da markete gittik. Orada insanları bitki alırken gördüm o saatte. Evine ekmek alırken yanında bir tane de çiçek almış. Ayrıca İtalya seyahatim olmuştu bir makine almak için. Küçük bir ilçeydi. 300 tane çömlekçi var olduğunu öğrendim. Bunların 10 tanesini gezme fırsatım oldu. Bu ekonomik sebeplere dayanabilir ama insanların buna çok önem verdiğini, her evin bahçesinde içinde bitkisiyle en az 10 tane saksının bulunduğunu gördüm. Bu hem ekonomi hem de kültür meselesi, bitkiyi sevme ile alakalı. Biz de yoğurtla bağlarız. Yoğurdu yer içine bitki ekebiliriz.
D.B. Son olarak bizim unuttuğumuz, sizin bunu da söylememde fayda var dediğiniz bir şey var mı? Sohbetimizi nasıl toparlamak istersiniz?
B.K. Özellikle toplumdan şunu istiyorum: Alt tarafı toprak değil mi gözü ile bakmamalarını rica ediyorum. Bu iş sadece toprak değil. Unutmasınlar. İnsanların alın teri, hüzün ve mutluluğunun karıştığı aslında bir anlamda kendini ifade ettiği şeyler bunlar. Sadece toprak değil büyük emek var. El emeği göz nuru lafının belki de en iyi karşılığı çömlekçilik denebilir.
D.B. Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Çok keyifli bir sohbet oldu.