Çok sevdiğim bir hikayeyi paylaşmak isterim sizinle.
İki ormancı, işleri ağaç kesmek.
Birinci ormancı sabah erkenden işine koyuluyor,
ara vermeksizin bir ağaçtan diğerine,
gün boyu çalışıp geç saatte eve gidiyor.
Diğer ormancı ara ara dinleniyor,
öğlen yemeğini yiyor ve akşam çok geç olmadan evine dönüyormuş.
Bir haftada hangimiz daha çok ağaç kesecek bakalım demişler.
Tempolarında bir değişiklik yapmadan çalışmış ve günü gelince
kestikleri ağaçları saymışlar.
Sonuç:
İkinci ormancının daha fazla ağaç kestiği çıkmış ortaya.
Nasıl olur diye sormuş diğeri? Senin sırrın ne?
Cevap vermiş arkadaşı.
Sen durup dinlenmeden çalışırken,
ben birkaç ağaç kestikten sonra hem
dinleniyordum hem de baltamı biliyordum.
Keskin baltamla, daha az çabayla, daha çok ağaç kestim.
Bu hikayeyi hatırlarım zaman zaman.
Başarıya ulaşmanın yolu çok çalışmak mı?
Verimli çalışmak mı?
Kendimize ayırdığımız zamanlar, sevdiklerimizle paylaştığımız anlar
tabiri caizse kaytarmak mıdır?
Yeni bilgi ve donanımlar edinmek için harcadığımız
emekler boş yorgunluklar mıdır?
Yoksa işimizde ve hayatımızda daha güçlü,
daha verimli olmanın anahtarı mı?
Cevabı hikayede...
Hayat yorar hepimizi. Bitirilmesi gereken işler, sorumluluklar.
En çok da insanlar...
En sevdiklerimize zayıf düşeriz çoğu zaman.
Yine onlardadır gücümüzün kaynağı.
Fiziksel yorgunluk en kolay atılanıdır da,
ya yorulan zihnimiz, ruhumuzsa?
Güzel bir dost sohbeti. Sevgiyle kurulmuş bir sofra.
İyi müzik, hoş bir filim. Doğa ile baş başa zamanlar.
İlle de kitaplar.
Hepimizin güvenli bir alanı, sevdiği bir uğraşı vardır,
olmalıdır da.
Kalıbı dinlendirdik, ruhu dinlendirdik,
zihni dinlendirdik ne kaldı?
Değişimi gelişim odaklı emekle ve donanımla gerçekleştirip
işi de hafiflettiysek...
İşte o zaman o oduncu gibi hayatı ıskalamadan,
kazancı garantiledik demektir.
Yorulmanın bereketi, dinlenmenin konforu ile daha
yaşanabilir bir hayata kim hayır diyebilir ki?