Saçak saçak olmuş köşesi, tiftilmiş kumaşı, yorgun süngerleri ile öylece duruyor karşımda. Henüz onun yarı yaşında bile olmayan arkadaşları iki berjer ile karşılıklı sessiz, salkımsaçak halleriyle. Ne çektik bu kedilerden der gibiler. Onlar da haklı ne yaparsın hayat işte. Geldiğin ev kaderin oluyor; o kitabın ismi gibi. Ben mi? Benim için hiç de kolay değil sahip olduklarımdan vazgeçmek. Öylece haydi gidin doldu miyadınız demek. Uzun zamandır direniyorum onlarla yoluma devam etmek için. Tam amannn boş ver diyorum ne olacak sanki gelen yeni de bir süre sonra aynı akıbeti paylaşmayacak mı? Sanki şartlar değişmiyor. Bu evde üç kedi var ve onlara her şey feda. Mevzuya benim koltuklarla başlasam da tabi ki konu koltuk değil. O sadece güncelimden bir metafor. Uzun yıllar sahip olduklarımızdan, alışkanlıklarımızdan vazgeçebilmemiz çok zor en azından bir çoğumuz için. Ancak bırakmak gerekiyor yeri geldiğinde ve bir seçim yapmak. Ancak şöyle bir durum var; şartları değiştiremezsek sonuçlarını her seferinde aynı şekilde yaşarız. Her yeni gelen koltuk bir süre sonra gidenlerine benzer üç kedinin hizmetindeyse. Onun gibi bir şey. Sonuç kaçınılmaz. Ya duruma uygun malzeme bulmalı ki her zaman mümkün değil. Ya şartları değiştirmeli; bazı durumlarda imkansız. Yada kabul etmeli ve katlanmalı sonuçlarına. Ki ben öyle yapıyorum. Hiç bir eşya kıymetli değil benim kedi canlarımdan. Aslında demek istediğim şu. Hayatta her zaman seçimler vardır ve her tercih bir vazgeçiştir. Yok öyle hem karnım doysun hem pastam bitmesin. Bir karar veriyorsun ve bir sorumluluk alıyorsun hepsi bu. Ben de öyle yaptım. Hiç büyümeyecek üç çocuğum varmış gibi sahiplendim üç canı. Eşyaları yıpratıyormuş, tüyleri dökülüyormuş, masrafı, sorumluluğu varmış hiç ağır gelmiyor. Çünkü seviyorum. İnsana ağır gelir mi sevdiği? Gelmez hem de hiç gelmez. Severek yaptığın iş gibi, bağrına bastığın can gibi. Yeter ki sahici olsun duygular.