Nasıl da geçiyor dakikalar, günler, haftalar, yıllar.
Ömürden giden zamanlara emekler ve yeni
yaşama sevinçleri eklensin ki boşa geçmesin anlar ...
Bir ömür´e kaç hayat sığar?
Bir insan aslında kaç kişidir?
Kafanız mı karıştı?
Yine ne diyor bu kadın demeyin, isterseniz diyebilirsiniz de.
Sonuçta bir düşünün.
Kaç yaşında olursanız olun hiç fark etmez.
Varlığınızın farkına varışınız, ilk dönemler,
sonrasında yaşadığınız sevinçler, umutlar, mutluluklar
ve hayal kırıklıkları.
Ne oldu? Şimdi olduğunuz ya da olduğunuzu zannettiğiniz
insan mıydı onları yaşayan.
Ben kendimi bildiğimden bu yana hiç değişmedim diyen var mı?
Varsa eğer ya kabul etmiyordur neye dönüştüğünü ya da farkında değildir.
Çünkü mümkün değil.
Tavırlarımız, algılarımız, yaşantımız değişiyor.
Vücudumuz da öyle.
Genç sağlıklı ve üretkenken, hasta ve atıl kalabiliyoruz.
Ya da tam tersi, yenilenip tazelenip kurtuluyoruz ataletten.
Dağın zirvesine kar olarak düşen o su taneciğinin yolculuğunu
düşünelim.
Saf temiz kar tanesi biricik ve eşsiz.
Soğukta buz, güneşte su başlıyor yolculuk.
Toprağa karışıyor, kah çamur oluyor, kah can suyu yeşeren fidana.
Yoluna devam ediyor.
Ya buhar olup buluta ya nehir olup denize.
Bitmiyor yolculuk yeni hayatlarda başka başka formlarda.
En saf sade olan bile ortam koşullarına göre gaz
sıvı, katı olabiliyorsa biz değişmeyeceğimizi iddia edebilir miyiz?
Değişmeyen tek şey özümüz.
Her konumdan ve durumdan bağımsız kimliğimiz.
Öyle olsun ömürler; aslına sadık, aslı gibi.