Yıllar geçtikçe yaş mı alıyoruz; yaşlanıyor muyuz?
Sanırım bu hayata bakışla ilgili bir durum.
Yeni öğretmenliğe başlamıştım, henüz yirmi yaşındaydım.
Beni öğrencilerle karıştırdığını söyleyenlere inanamayarak bakıyordum.
Sanırım dalga geçiyorlardı.
Yoksa kocaman öğretmene bu laf edilir miydi.
Sonra otuzlu yılların başı. Okuluma atanmışım, herkes ne kadar gençsin diyor.
Nasıl yani?
Kocaman kadınım, neredeyse boyuma yaklaşacak kızım.
Bunlar da boş konuşuyor der, pek de ciddiye almazdım.
Sonra nasıl oldu bilmiyorum bir gün emeklilik gelmiştir hocam dedi biri.
Fena bozuldum. Ya gencecik kadınım nerden çıktı bu emeklilik sorusu.
Kısacası bir türlü denk düşemedik toplumsal yaş algısıyla.
Şimdi bir başka safha geldi dayandı kapıya.
Yıllar önce mezun ettiğim bir öğrencim aradı,
vefalı çocuk hatırımı sormak istemiş.
Bu konuda çok şanslıyım çocuklarım hiç bırakmadı beni, ben de onları.
Muhabbetin bir yerinde hocam çok çalışıyorsunuz dinlenin artık dedi.
Sonra devam etti.
Eski patronum da çok çalışırdı, otuzlu yaşlarında ölüverdi!
Niyetinin temizliğini biliyorum. Çok yormayın kendinizi demek istiyor.
Ah çocuğum yorulmadan nasıl çıkar dinlenmenin tadı.
Çok sevdiğim bir tespit, kime ait bilmiyorum.
Hayat pedal çevirmek gibidir; bırakırsan düşersin.
Yaş almak kaçınılmaz ancak yaşlanmak başka bir şey.
Yıllardan aldığımız deneyimlerle demlenen hayatta çalışmak da ayrı bir keyif.