Ayın ışığı balkon demirlerine yansıyor gece karanlığında gökteki yıldızlar fener gibi yanıyordu. Yan komşunun dinlediği müzikte keman ağlıyor, gözyaşları benim içime akıyordu. Şakır şukur taş oynuyor birileri, arada bir kahkaha yükseliyordu sohbetlerin arasında. Hafiften mangal kokusu geliyordu burnuma. Melisa çiçeği tüm görkemiyle beyaz gelinliğini giymiş üstüne. Bir siren sesi geliyor caddeden acı acı.
Sokaktaki kedi duman, yemeğini iştahla yemeye çalışıyor. Mimar Ahmet’i görüyorum karşı bahçede, yine çizim yapıyor cetveli kalemi elinde. Daha çok ev çizeceksin Ahmet diyorum kendi kendime. Keşke diyorum kaderini de çizebilsen kendi ellerinle.
Evler ayrı dertler ayrı derler büyüklerimiz. Her gece karanlıktır ama herkesin karanlığı kendine göre farklıdır. Düşüncelerim hesap soruyordu sanki evrene. Masanın üstündeki küçük kaktüse gözüm ilişti yanında güzel bir çiçek açmıştı. İşte dedim hayat.
Neydi bizi yaşamaktan alıkoyan? Her gördüğüm manzara beynimde insan yaşantısı olarak canlanıyordu. İnsan olarak doğmak mı zordu, insan kalmak mı? Bomboş yaşamak mıydı kolay olan? Farkındalıklarla gelişmek miydi başarmamız gereken. Deli sorular, susmuş cevaplar… Ya o gözler, konuşmayan ama çok şey anlatan gözler. Ve dilimde dökülen dizeler:
Adaletin bu mu dünya
Ne yer verdin, ne mal dünya
Kötülerinsin sen dünya
İyileri öldüren dünya
SELAMLAR