Yaşlı adam görmüş geçirmiş kendince bildiklerini anlatmanın derdinde.
Almış karşısına torununu başlamış konuşmaya.
Epeyce bir zaman sonra dönmüş delikanlıya sen söyle bakalım
onca zamandır konuşuyorum ne anladın?
Bizimki dikkatle baktığı yerden başını çevirmiş, beş demiş.
Beş?
Beş ne evladım?
Senin eşek var ya karşıda bak kuyruğunda beş sinek var.
Dedem zaman zaman kendisini dinlemediğimizi düşündüğünde
anlatırdı bu hikayeyi.
Kim demiş insanlar konuşa konuşa anlaşır diye?
İnsanlar anladığı zaman anlaşır. Önce kendini, sonra karşısındakini.
Mesele sadece konuşmaksa yedi yirmi dört konuş.
Sen söyle o dinlesin o söylesin sen dinle.
Yine de anlatmak lazım elbette dilin döndüğünce
aklın erdiğince.
Yine de dinlemek lazım elbette, zihnin aldığınca, kulağın duyduğunca.
Samimi anlatana, samimi dinleyen lazım.
Öyle dinler gibi yaparak, içinden seçerek, etkilenip duygulanarak,
savunup saldırarak değil.
Tuzaklar kurup söylenenlerden farklı anlamlar çıkartmanın da
bir faydası yok anlamaya.
Dinlediklerinden yararlanarak karşısındakini zor duruma düşürecek
fırsatı arasan da bulursun. Sonuçta herkes niyetince dinler.
Anlatanın niyeti ve dinleyenin niyeti farklıysa bin yıl konuş.
Sonra sor bakalım kaç sinek var eşeğin kuyruğunda?