Seyrelmiş dallar arasında yer yer sararmış yaprakları, coşkusunu yitirmiş yorgun duruşlarıyla gözüme pek bir hüzünlü geldi ağaçlar. Evimin penceresinden güneşsiz gri bir sabaha bakarken gördüklerimin yanısıra, bir anda farkettiğim bir şey oldu. Ben de griler içerisindeydim! Pantolonum, bluzum! Neyse ki çoraplarım kırmızı pembe kombinasyonuyla durumu kurtarmıştı. Kasım ayının ilk günleri, sabahın erken saatleri tatlı serinliğinle bir şeyler fısıldar gibi. Kış geliyor! Hiç sevmem soğuk havaları, kar, yağmur, fırtına bir de son zamların etkisiyle yüklü doğalgaz faturaları. Birden sevimsiz bir duygu sardı içimi. Tam da o sırada gözlerim pembeli kırmızı ayaklarıma, oradan dallı güllü örtülerime kayıverdi gözlerim. Hopppp çıkıverdim o ruh halinden. Önce burnuma mis gibi kestane kebap kokusu geliverdi, sımsıcak kış çayının tarçın aroması, uzun kış gecelerinin keyifli okumaları, kitap kulübü, çorbalı akşam yemeği başlangıçları. Daha bir çok kış günü aktiviteleri. Her mevsim ayrı güzel; yeter ki içindeki armağanları görebilelim. Tıpkı her yaşın ayrı güzelliği olduğu gibi. Çağı çağında yaşayıp turfanda heveslere kapılmadan, keyfini ve tadını çıkarmanın ayrıcalığını görmek de en kıymetlisi. Önümüzde uzun geceler, kısa gün ışıkları ve zorlu iklim koşulları olduğu doğru. Ne demiş İsveçliler “Kötü hava yoktur; uygun olmayan giysi vardır!” Her anlamda uygun koşullarda konforlu günler bizimle olsun. Ne de olsa her mevsimin ayrı tatları var; yeter ki görmesini yaşamasını bilelim.