MENÜ
İzmir 35°
Menemen'in Sesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
AŞK, SEVGİLİLİK VE EVLİLİK
Sude Kaplan
YAZARLAR
31 Ocak 2022 Pazartesi

AŞK, SEVGİLİLİK VE EVLİLİK

Nietzsche’nin “Hayatımızın dramı bir zamanlar çocuk olmamızda yatar.” sözü anne baba ilişkilerimizin, geçmiş dinamiklerimizin ve bu yaşantıların bizlerin yaşamlarında ne kadar geleceğimize ışık tuttuğu ya da ne kadar karanlığa sürüklediğinin göstergesidir. İnsan koşulsuz sevgi ihtiyacı ile doğar ve bu sevgiyi ilk anne babasında arar. Ve fakat herkes aynı aile bağlarına sahip değildir, bireylerin sevgi ihtiyaçları aynı şekilde karşılanamaz. Bu durumda kişi anne babadan alamadığı sevgi ihtiyacını ilerleyen dönemde partnerine ya da eşine transfer eder. Aile dinamiklerimiz gelecek ilişkilerimizi önemli boyutta etkilemektedir. Ailelerimizden getirdiğimiz sevme ve sevilme biçimlerini ve öğretilerini kendi kimlik özelliklerimizle harmanlayıp kendi ilişkilerimize taşırız. 

Bizler nasıl seviyoruz? Anne babadan sevme ve sevilme biçimlerini öğrendiğimizi biliyoruz. Ancak kişi kendi kimliğinden, mizacından getirdiği özelliklerden de sorumludur. Bu bağlamda öğrendiklerimizi bildiklerimizi kendimizce yorumlayıp ilişkilerimize aktarıyoruz. Ve fakat insan beyni genellikle bilineni ve kolay olanı seçmekten yanadır. Bu sebeple olsa gerek kendi ebeveyn ilişkilerinde yaşadığı zorlu yaşantılarını gelecekteki ilişkilerinde de bulur. Kişi alkolik babadan alamadığını, alkolik kocada iyileştirmeye çalışır. Psikiyatr Dr. Gülcan Özer’in Herkes Kendi Hayatının Kahramanı isimli kitabında Eric Berne’nin bu konu hakkındaki sözü kitapta birkaç yerde tekrarlanmıştır. "Hepimizin bir hayat senaryosu vardır. Bu senaryonun esas oyuncuları, yardımcı oyuncuları, figüranları, müziği, efekti ve dekoru vardır. Kimi zaman kendimizi sahne, dekor, müzik ve karşımızdaki esas oyuncu değişmiş ama aynı senaryoyu oynarken buluruz.” Yani geçmişte tahsil edemediğimiz alacaklarımızı, benzer bir adres bulup tahsil etmeye çalışırız.

İlişki ya da evliliklerde mühim olan kişilerin kendi ailelerinden getirdikleri özellikleri kopyalamak yerine çift olarak kendileri olabilmek, ya da Gülcan Özer’in tabiriyle parmak izlerini oluşturabilmektir. Bu da ancak ilişkilerimizde kimliğimize dair içgörü kazanmamızla mümkün olabilir. Çatışmaların olması muhakkaktır. Ancak ilişkiyi üç ayağı olan bir saca benzetecek olursak bu ilişkiyi ayakta tutan etmenler duygular, iletişim ve iktidar olma durumudur. Bu iktidarlık ayağında kişiler haklı ve mutlu olmak arasında gidip gelirler. İlişkide haklı olmak mutluluğa tercih edildiği noktada kişiler restleşme batağına batarlar. Az restleşmek daha iyidir. Bazen sonuca varılmaz ve bireyler uzlaşamayacağı alanlar olacağı kısmında da uzlaşmalılardır.

Hayatlarımızda olumlu ya da olumsuz pek çok yaşantılarımız var. Ancak insanlar olumsuz yaşantılara olumlu yaşantılardan daha çok odaklanırlar. Bu konuyu Gülcan Özer, ruhun deriye benzetilmesiyle ele almış. Ruhumuz derimiz gibidir, bir okşamanın etkisi çabuk geçer, ancak küçük bir sıyrığın iyileşmesi zaman alır demiştir. Bununla beraber acıyı zamana emanet etmenin ve yaşama devam etmenin bize iyi geleceğini yapamadığımız durumlarda ise ya bizden parçalar koparacağını ya da bizimle beraber kalacağını belirtmiştir. Burada psikolojik sağlamlık ya da yılmazlık olarak bildiğimiz kavram ruhsal iyiliğimiz için önemli. Esnek olabilmeliyiz çünkü esnemeyen her şey kırılıyor.

Toplumumuzda bilinen bir nokta kadınların, kimliğini evliliğine teslim etme durumu. Kadınlar ilişkileri ya da aileleri için kendi kimliğinden vazgeçip yaşanacak ilişkiye uyum sağlıyor sonrasında da bedelleri ağır oluyor. Başta hoşa giden ilgilenme, fedakârlık yapma gibi anaç özellikler erkek tarafından ilerleyen dönemlerde karşısında bir anne değil, bir kadın istediği için ayrılık sebebi oluyor. Bunu kabullenemeyen ya da kabullenmekte zorlanan kadın kimlik karmaşası yaşıyor. Ya savaşıp güçle kendini tekrar buluyor ya da savaşın içinde kaybeden taraf olup kendinden vazgeçiyor. Ve fakat seçim insana ait, doğrusu eğrisi yok, bedeli var, ödülü var, finali var.

Evlilik için pek çok insanın hayalleri, planları var. Ancak kimse boşanmanın planını yapmaz. Sorunlar yaşayabiliriz bu çok olağandır. Yalnız yaptığımız hataların en büyüğü yanlış anahtarla doğru kapıyı açmaya çalışmamızdan kaynaklanıyor. Maslow’un bir sözü bu konuda bizi bu gerçekle karşılaştırıyor. “ Elinizdeki tek alet çekiçse, her problemi bir çivi olarak görmeye başlarsınız.” Bizler sorun çözme becerilerimizi geliştirmeliyiz. Geliştiremediğimiz durumlarda tek bildiğimiz yöntem eğer kaçıp küsmekse bunu kullanırız. Ancak bu ne sorunları çözmemizi sağlar ne de ilişkide anlamayı ya da anlaşılmayı. Anlaşılamayan ya da çözüm bulunamayan sorunlar büyür, çığ etkisi yaratır. Gün bitiminde beklenen sonuç ya ayrılık ya da boşanma olur. Ayrıca araştırma sonuçlarına göre de boşanmanın ardından yaşanan yas ölümden sonraki ikinci sırayı alıyor. Bu da gösteriyor ki boşanmak da çözüm yollarımızı geliştirmek kadar zor. 

Hayat bir içe bakma sürecidir. Bu süreç hem ilişkilerimizde hem de kişisel sürecimizde bizlere farklı boyutlar katar. Hangi yaşam alanına çok önem atfetsek, hayatımızın diğer alanlarından çalarken buluruz kendimizi. Gülcan Özer’in kitabında karşılaştığım sözle yazımı sonlandırmak istiyorum. Hayat zamana karşı kendimizle verdiğimiz bir savaş oyunu ve insan canlısı kendini ehlileştirmeye bir ömür adıyor, öğreniyor, evriliyor, devriliyor, yine tekliyor, yine tıkanıyor. “Tamamdır, oldum.” diyor, yeni yepyeni olmamış bir yanı ortaya çıkıyor. Bu süreçte yanında olanlarla gerçek ve sahici olanın peşinden gidiyor. Korkmayın, sahici olan güçlüdür.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   İletişim  ♦   Künye
Copyright © 2024 Menemen'in Sesi