Toplum olarak garipleşmeye başladık. Gerçekten kendimizi tanıyamaz olduk. Herkeste bir para hırsı, makam hırsı, güç hırsı başladı. Güçlü olmanın haklı olmak olduğunu düşünmeye başladık. Oysa bu biz değiliz. Olamayız. Olmamalıyız.
Neden böyle dediğimi kısa örneklerle paylaşmak işitiyorum.
Öğrencilerimiz bizim olduğu kadar, ülkemiz ve insanlığın da geleceği. Devletimizin konuya böyle yaklaşması ve tüm imkanlarını çocuklarımızın; sağlıklı ve doğru gelişimleri için seferber etmeli. Peki devletimiz bunu ne kadar yapıyor? Yeterince değil. Eğitim hayatları boyunca sağladığı küçük KYK kredilerini okullarını tamamladıklarında faizi ile birlikte bir an önce geri almakta. Çocuklarımız daha iş bulamamışken bir de bu borcu nasıl ödeyeceklerinin stresine giriyorlar. Ailelerine yük olmamak için bunu paylaşmayıp kendi iç dünyalarına çekiliyorlar. Bir süre sonra pek çoğu depresyona giriyorlar. Ailelerine karşı bu yükün altında eziliyor. Kendilerini değersiz ve işe yaramaz hissediyorlar. Bu konuda devletimizin sürdürülebilir bir öğrenci destek programı geliştirmesi acil ve çok önemlidir. Önce verilen kredileri faiziyle birlikte geri almaktan vazgeçip, çocuklarımızın hayata tutunmaları için iş imkanlarını arttırmamız gerekiyor. Devletimizin geleceğimizin teminatı öğrencilerimize enerjisini ve imkanlarını buralara harcamasını bekliyoruz. Üzerlerine ödeme baskısı yaptığı çocuklar bu ormanın genç ve taze fidanlarıdır. Kırdığımızda yok ettiğimizde esas olarak kendi geleceğimizi kırıp yok etmiş oluyoruz.
Keşke öyle bir ülkede yaşasaydık ta herkes kendi evini alma imkanına, kendi evinde yaşama imkanına sahip olsaydı. Ama öyle bir ülkede yaşamıyoruz. Bizim ülkemizde insanlar asgari ücretle (Yaklaşık 2,500 TL) ile geçimini sürdürmeye çalışıyor. Bu durum da işi olanlar için geçerli. Mevcut koşullarda elinize geçen para ile karnınızı mı doyuracaksınız, çocuğunuzu mu okutacaksınız, yoksa ev mi alacaksınız!.. Cevap vermenin zor olduğu, insanın boğazını düğümleyen sorular!.. İsteyen istediği zammı yapabiliyor. Devlet vergilerine yenilerini ekliyor, var olanlara dilediği kadar daha vergi koyabiliyor… Öyle ya 2.500 TL harca harca bitmez…
Çocuğu üniversiteyi kazanan bir arkadaşımın yaşadıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
“Çocuğum üniversiteyi kazandı. Çok sevindik. İçin için de korkmaya başladık tabi. Zaten zar zor geçiniyoruz. Şimdi bir ev masrafı daha önümüzde duruyordu. Gidip çocuğumuzun kaydını yaptırdık. Yurtlarda yer baktık. Bulamadık. Tek başına bir eve çıkmasının doğuracağı masrafı ise biz karşılayamıyorduk. Kira, yeme, içme, su, elektrik, doğal gaz, internet, giyim kuşam, kitaplar, araç gereç, ulaşım derken mutluluğumuz kabusa dönüyordu. O yüzden çareyi iki arkadaşıyla birlikte eve çıkmalarına karar verdik. Nereye gitsek ev var ama bir türlü tutamıyorsunuz. Ev sahiplerini buluyorsunuz onlar sizi mutlaka bir emlakçıya yönlendiriyor. Emlak ofisine gidiyorsunuz, önünüze sadece mülk sahibinin koruyan bir kira sözleşmesi koyuyor. Nihayet sonunda okula biraz yakın bir ev bulduk. Tabi ev sahibi tarafından önce emlakçıya gönderildik. Emlakçı kendisi için bir kira bedeli, ev için bir kira depozito, ev sahibi için de bir kira bedelini peşin olarak ödememizi istedi. Bu geçen yıl yaklaşık 3600 TL ediyordu. Fazla bir şey diyemedik. Çünkü üniversitelerin kurulu olduğu kentlerde ve bölgelerde denetlenmeyen neredeyse böyle bir serbest bölge ve sistem oluşmuş. Öğrencilerin varlığı üzerinden büyüyen bir Pazar!.. Asıl insanın canını acıtan ise burada karşınıza çıkan emlakçılar aslında ev sahiplerinin kendisi olmaları. Öylesine fırsatçı ve aç gözlü olmuşlar ki anlatamam. Canın isterse modundalar. Çünkü sırada bekleyen başka veli ve öğrenciler var zaten. Böylece hem evlerini kiralıyorlar hem emlakçılık yapıyorlar hem eski malzemeleri çocuklara satıyorlar. Bir öğrenciden çıkarabildikleri kadar post çıkarıyorlar. Öylesine pişkin ve yüzsüzler ki insan olmaktan utanıyorum.” dedi arkadaşım.
İş bununla bitse tamam ama hayatın neresine bakarsanız bakın benzer bir şeylerle karşılaşıyorsunuz. Peki bize ne oluyor. Bu neyin hırsı. Hiç mi merhamet vicdan kalmamış. Hani toplumsal merhamet, duyarlılık, şefkat, vicdan… Şunu da hatırlatmak istiyorum. Burası ANADOLU. İçerisinde öylesine laf olsun diye ANA kelimesi geçmiyor. Anadolu ana merhametinin, şefkatinin ifadesidir. Yüz yıllardır insanlar bu toprakları ana kucağı olarak görmüşler. Sığınmışlar, korunmuşlar... Kendilerini ve geleceklerini güvende hissetmişler. Biraz bu topraklara yakışsak, Anadolu gibi olsak ne iyi olacak…
Önümüzdeki hafta Emeklilerimizin durumunu mercek altına almak istiyorum.
Saygılarımla.