Bugünkü yazıma biraz eğlenceli başlamak istiyorum.
Ben Lahmacun günlükleri altında yazılarımı yazmaya başladıktan sonra sayısız yorum ve telefon aldım. Zaman zamanda dost sohbetlerinde soruldu.
- Ne demeye çalışıyorsun? O kadar açık ki, cevap vermek zül geliyor. Tekrar yazayım. Siyaset Menemen’de de aynı, Menemen dışında kalan her yerde de…
Neyse bu değil asıl yazmak istediğim. Ben LAHMACUN dedikçe insanların canı çekmeye başlamış. LAHMACUN yapan restoranların işleri canlanmış. Siparişler artmış. Doğrusu bunları duymaktan büyük keyif aldım. En son da sevgili Ali Kesmez ’in canı LAHMACUN çekmiş olacak ki yazısında bu konuya dokundurmadan geçememiş. Ben de lafı mı olur dedim LAHMACUN ısmarladım. Hayatı birazcık ta olsa eğlenceli kılmak lazım. Zaten yeterince karamsar ve kasvetli.
Geçen haftalarda Erhan Özalp dostum köşesinden KADINLAR ile ilgili harika bir yazı kaleme aldı. Çok beğendim. Sonrada biraz kıskandım. Bunu ben yazmalıydım dedim. Ama kadın dediğinizde durmanız gerekir. Öyle bir yazıyla sırasını savabileceğimiz kadar basit değil. Kadınla ilgili herkesin yazabileceği, yazması gereken bir dünya şey var. Hele ki bu günlerde kadınlarla ilgili duyduğumuz, gördüğümüz, okuduğumuz bu kadar berbat haber varken ve tüm bu yaşananlara bakıldığında inadına her gün kadının o ilahi varlığının yazılması gerekiyor. Belki böylece birkaç kadının güzel günlere ulaşmasına katkıda bulunabiliriz...
Ben köşemden kendi payıma düşeni bu hafta yazmak istedim.
Ya olmasaydılar! …
Kadın… Ya olmasaydı? Dünyanın en güzel varlığı, yaşamın eşsiz kaynağı, ya yaratılmasaydı? Kuşkusuz erkek de olmazdı, olamazdı.
Her şeyde olduğu gibi yaşamda da sonsuz bir diyalektik var. Kadın ve erkek birlikteliği hem sorunlar, hem birlik ve dayanışma, yan yana, el ele, hele bir de gönül gönüle gelince artık bir pırıltı olur yaşamak, her şeye yeniden başlamak.
Kadın sorunları, kadın hakları, kadının statüsü, kadın yazarlar, kadın dernekleri hiç kimsenin dudak bükemeyeceği, vazgeçemeyeceği olgular, süreçler.
Daha 19. yüzyılda bir büyük düşünür, “kadınları özgür olmayan bir toplum özgür olamaz”,
“toplumun özgürlüğü kadınların özgürlük derecesiyle ölçülür” diyerek konunun önemini belirtmiştir.
Elbette bu teori o günkü koşullardan, somut gerçekten türetilmişti.
Peki bugün değişen fazla bir şey var mı?
Ya bugün?
Ozanlar ne kadar hakkında dizeler döktürse, yazarlar romanlarına öykülerine başkahraman yapsa, yüreklerine, ellerine, gözlerine besteler yapılsa, türküler yakılsa bile değişen bir şey var mı?
Kadınlarımız için “dağlara kaçırıp uğurlarında hapisler de yatsak” değişen ne var?
Hayatın ağır işçiliğinden yaşamın üst merdivenlerine doğru acaba kaç basamak terfi edebildiler?
Öz itibariyle neler değişti bilen varsa söylesin.
Şöyle evimize, çevremize, işinize, eşinize, sokağınıza bakarak ve hala şaşarak.
Onlar, sistemin olduğu kadar, erkeğin, erkeklerin olduğu kadar da geleneklerin baskısı altındalar. Kitaplarda yazılan özgürlüğün beyinlerine, yüreklerine akması ve parmak uçlarında harekete geçmesi için daha kaç ozan hangi mısraları döktürecek? Kadınların olmadığı bir an, bir zaman bir yanımız yapayalnız değil midir?
Onların bulunmadığı bir mekân, mavi göklerin önünü kapatmış kara bulutlar gibidir. Onlar içimizdeki denizlerin mavi yolculukları, bilinmeyen limanların heyecan fırtınalarıdır.
Çoğu, yine bir şairimizin dediği gibi “hiç yaşamamışçasına ölen” insanlarımızdandır.
Odunda, tütünde, fındıkta, tarlada, mutfakta, fabrikada çalışan onlardır. Bakmayın siz erkek lafazanlığına. Asıl olan hayatsa eğer, hayatı yaratan ve yaşatan kadınlarımızdır.
Onun için onlar bazen haberli bazen de Ozan’ın dediği gibi habersizce sevilmişlerdir.
“Gönlümdeki sevda seli taştan taşa atladı;
Ne kadınlar sevdim de haberleri bile olmadı”
“Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular.
Azıcık okşasam sanki çocuktular.
Hayır, sanmayın ki beni unuttular,
Yalnızlıklarımda elimden tuttular,
Sanki gökyüzünde bir buluttular,
Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular.”
Sevgi ve Saygılarımla…