Henüz ilkokulun ilk günleri. Her şey çok farklı.
Yüksek tavanlar, upuzun koridorlar, bir örnek formalı inanılmaz kalabalığız.
Neyse ki öğretmenim beni seviyor.
Teneffüs saati gevrek ise vazgeçilmezim, zaten çok acıkıyorum.
O da ne, paramı kaybetmişim!
Bu durumu öyle içerledim ki, ip gibi süzüldü yaşlar gözümden.
Şimdi düşünüyorum da bu kadar üzülmeme sebep olan simit yiyemeyecek
olmam mı, yoksa elli kuruşa bile sahip çıkamadığımın utancı mıydı?
Neyse ki öğretmenim bana kayıtsız kalmadı, durumu öğrendi ve
önce beni sakinleştirdi sonra da bir gevrek alıp sorunumu çözdü.
Bir sonraki teneffüs, eyvah o da ne? Param önlüğün cebinde dikiş arasına sıkışmış
şimdi elimde.
Nasıl bir utanç duydum anlatamam. Öğretmenime yalan söylemiş konumunda
hissettim kendimi.
Acilen o elli kuruştan kurtuldum. Para tuvaletin taşından tınlayarak çukura
yuvarlanırken derin bir oh çektim.
Altı yaşında bir çocuk olmak böyle bir şey işte.
Şimdiki çocuklar zaten ortaokul mezunu doğuyorlar,
bizim o dönemlerimiz kadar saf değiller.
Ama kabul edelim bizim minyatür halimiz de değiller.
Kafalar başka işliyor, kaygıları, korkuları çok gerçek.
O günlerimizi unutmak ve onlardan çok fazla şey beklemek,
ya da onları anlayamamak gibi bir riskimiz de yok değil.
Okula giden o miniklere bakarken içimden geçen de böyle
hatıralar ve hep bir merak; şimdi onun dünyasında neler oluyor kim bilir?
İnanıyorum ki çok zor bir hayatları var.
Bilmedikleri ve keşfe hazır bir dünya. Bir sürü duygusal iniş çıkışlar.
Onlar onca bilinmezi çözmeye çalışıyorken,
üzerlerine kendi umutlarımızı
yüklemek yerine biz yetişkinlere düşen o minik canları anlamaya,
onlarla hemhal olmaya çalışmak.
İhtiyaçları olan koşulsuz sevgiyi hissetmelerini sağlamak.
Şimdi o küçük bedenlerde kocaman ruhları ile okula başladılar.
Çocukluğunu unutmamış bir yetişkin,
emekli bir öğretmen ve anneanne olmuş bir anne olarak canı gönülden
dileğim:
Yeni öğretim yılı geleceğimize aydınlıklar, çocuklarımıza güzellikler getirsin.