Bir zamanlar bir HEYSEL faciası olmuştu. Çoğumuz hatırlarız. Bir çok suçsuz, günahsız futbolsever o gün yaşanan trajedi de hayatını kaybetmişti. İzlerken kanımız dondu. Canımız yandı. Bir futbolsever olarak kaygılandık, korktuk. Bir futbol müsabakasıydı. O gün o sahaya sporda olmaması gereken ne varsa getirilmişti. Fanatik taraftarlık, holiganlık, ırkçılık…
Detayını anlatmayacağım sadece anımsatma yaparak yazıma başlamak istedim. Her şeyin fanatizmi zararlı. Sonuçlarını kestiremiyorsunuz. Hayatı çok dar bir pencereden görüyor ve yorumluyorsunuz. Sınırlarınızı çok sert ve keskin koyuyorsunuz. Gri tonları değersizleştiriyorsunuz. Bu durum omurgamızdaki eklemlerin durumundan farksız. Yani eklemlerin arasındaki disk kısmı. Eklem içi sıvılar olmasa kemikler birbirine çok sert temas edecek ve bir süre sonra hareket kabiliyetimizi kaybedeceğiz. Esnekliğimizi kaybedeceğiz…
Toplumlarda böyledir. Bugünlerde ülkemizde her alanda yaşadığımız durumda böyle olmaya başladı. Hoşgörünün yerini tahammülsüzlük aldı. Haklılığın yerini güçlü olmak aldı. Empatinin yerini kibir ve ego aldı. Haklı olmak değil güçlü olmak daha fazla kabul görmeye başladı.
Peki neden böyle oluyor dersiniz?
Yanlış yönetici tercihleri… Bunu en alttan muhtarlıktan alın her alanda en yukarıya kadar çıkın, geçerli olduğunu göreceksiniz. İster siyaset, ister spor, ister başka bir alan olsun. Olan şey hep aynı. Kötülük. Doğru olanın, haklı olanın değil de güçlü olanın tercih edilmesi. Bu gücü her türlü tanımlamak mümkün. Makam mevki sahibi birinin yakını olan, karanlık ilişkileri olan, ekonomik gücü olan vb. Tüm bunları bir baskı ve tehdit, bazen de menfaat imkanı gibi sunan yapılar her türlü yetkiye kolayca ulaşabiliyorlar. Elbette ki bu tür insanların yönetici olduğu bir yerde onların meziyetleri genel yaşama da sirayet ediyor. Bir de bu tür yapılara birileri bilerek imkanlar yaratılıyor, bu örnekler çoğaltılıyor. Onların varlığı üzerinden hayat baskılanıyor. Toplum dolaylı yoldan tehdit ediliyor ve sindiriliyor.
Sonra ne oluyor? Allah’ın verdiği en değerli şeyi “aklı” kullanmayan fanatik taraftar yığınları haline getiriliyoruz. Bu durum tüm siyasi, sportif ve sivil toplum örgüt yapılanmalarında tam anlamıyla işliyor. Siyahla beyaz gibi, geceyle gündüz gibi, yazla kış gibi, ilkbaharla sonbahar gibi, birbirimizden ayrıştırıldık, uzaklaştırıldık, düşmanlaştırıldık. Oysa biz henüz birbirimizi tanımadık, konuşmadık, keşfetmedik ki… Nasıl tüm bu saçmalıkların bir parçası olabildik. Bir insan hiç tanımadığı, hiç karşılaşmadığı, hiç konuşmadığı, hiçbir şey paylaşmadığı birini nasıl öldürebilir? Hem de bütün bu kötülüklerin bizim inancımızda suç ve günah olduğu bu kadar açık seçikken. Tabi ki istisnai durumlarda var.
Hatırlıyorum da bir zamanlar Atatürk, Cumhuriyet, demokrasi MHP’nin kırmızı çizgileriydi. Bu değerler söz konusu olduğunda hemen refleks gösterirlerdi. Şimdilerde iktidar ortağı. MHP’yi MHP yapan tüm bildiğimiz değerleri bir kenara kaldırmış görünüyor. Milliyetçilikten çok muhafazakar bir çizgiye evrilmiş. Atatürk’e, Cumhuriyete, demokrasiye, hakka, hukuka yapılan tüm saldırı ve baskılar karşısında sus pus. Sadece içerisinde bulunduğu ittifak söz konusu olduğunda ortağından daha militan daha fanatik bir dil ve tavır sergiliyor. Burada esas önemli olan en tepedekilerin değişimi değil. Kendilerini bu siyasi partilerde ifade eden insanlarında bu yönde bir tavır içerisine girmeleri. Hiç düşünmeden, sorgulamadan, okumadan, araştırmadan, kıyaslamadan kendi düşünceleriymiş gibi keskin ve yıkıcı bir tavır üretmeleri!..
Ben fanatizmin, taraftarlığın, holiganlığın değil; farkında, hoşgörülü, empati yeteneği olan vicdanı ve merhamet duygusunu hayata katan sıradan insanlar olmanın çok daha doğru, çok daha gerekli, çok daha değerli olduğuna inanıyorum. Bir takımı tutmaktan, bir takımın fanatik taraftarı olmaktansa, iyi bir sporsever olmanın daha değerli ve gerekli olduğuna inanıyorum. O zaman hayatın tüm detaylarını, renklerini, tonlarını, duygularını, tatlarını görme, yaşama, öğrenme, şansımız olabilir.
Hayatın bizden ibaret olmadığını.
Hayatı anlamlı kılanların, bizim dışımızda kalanlar, bizden farklı olanlarla mümkün olduğunu görmek, öğrenmek, öğretmek zorunluluğumuz var. Aksi takdirde böyle bir hayat çekilebilir değil...
Ben tüm siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, derneklerin, spor kulüplerinin bizleri birbirimizden ayırarak, birbirimizin karşısına düşmancasına dikerek, kategorize ederek, taraftarlaştırarak, yandaşlaştırarak değil, hepimizin varlığı ve becerileriyle, aklıyla, fikriyle hayatımıza değer ve anlam katmalarını istiyorum.
Tıpkı bir çiçek tarlasındaki arının bal yapmak için her çiçeğe ihtiyaç duyduğu gibi…
Saygılarımla.