İnsanlarla hayvanları birbirinden ayıran en temel özellik, insanların akıllarını kullanmalarındaki yetenekleridir. Gücün büyüklükle değil akılla ilgili olduğunu söyler ve övünürüz. Bunun en büyük kanıtı insanlık tarihinin bilinen en büyük canlıları dinozorlar olmasına rağmen değişime ayak uyduramadıkları için yok olup gittiler.
İlk bakışta insan doğadaki en zayıf canlı gibi görünmesine karşın, aklı sayesinde kendisinden çok daha büyük ve güçlü canlılarla savaşıp, hayatta kalmayı başarmıştır.
İnsanlık bugünkü varlığını, yeryüzünde yaşamın başladığı günden itibaren yüzyıllar süren tesadüfleri, doğa koşullarını, hayvanları, bitkileri belki yüzlerce belki binlerce kez sınayarak ama unutmayarak kazanmıştır ve o bilgiyi zamanla kullanmayı öğrenerek hayatta kalmayı başarmıştır. İşte insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik budur.
Değişim sadece bilgiyle olur. O bilgiyi kullanmak da ancak beynin işlemesi ile ilgilidir. Yani duyduğunu gördüğünü anlamak ve yorumlamak yeteneğine sahip olmakla edinilecek bir olaydır.
Bir düşünün tekerleğin icadı sizce kaç yüzyıl sürmüştür?
Tekerleğin icadı mı daha uzun zaman almış, yoksa arabanın icadı mı?
Tabi ki çok basit gibi görünen tekerleğin icadı çok daha uzun deneyim ve tecrübelerin sonunda ortaya çıkmıştır. Hiçbir bilgi doğada hazır bulunmaz. Ancak insan gördüğünü yorumladıkça belleğine aldıkça yaşam hızlandı ve bilgi süreci hızlandı. İnsan zekâsı çağrışım ve yorumlardan oluşur. Yeryüzünde bu kadar uzun süre yaşam sürdürebilmiş bir canlı için de tesadüften bahsetmek kadar büyük bir yanılgı olamaz. Çünkü insan sadece gördüğünü uygulamış ve hiçbir anlam katmamış olsaydı bugün hala taşla ateş yakmak için uğraşan bir canlı olurdu.
Mademki akıl insanı canlılar arasında bu kadar üstün bu kadar güçlü konuma getirebilmiş o zaman bilgiyi doğru kullanmak da en az “öğrenmek” kadar önemlidir.
Yeryüzünde bilgiye karşı direnebilecek hiçbir güç yok. Bugün, yaşadığımız bilgi ve iletişim çağında bu değişim çok daha hızlı ve kaçınılmaz. Dün doğru diye kabul ettiğimiz bilgiler bilimsel araştırmalar sonunda yerini yeni doğrulara bırakabiliyor. Eski alışkanlıklarımız gereği bu doğruları reddetmek ya da görmezden gelmek sadece kendinizi aldatmamıza ve zamanın gerisinde kalmanıza neden olur.
Bugün bilim adamlarının üzerinde çalıştığı her şey insanların yaşadığı ve yaşayabileceği sorun ve ihtiyaçların çözümü içindir. Kendisini kalıplara mahkûm etmiş kişi ya da toplumların bilimsel doğruluğu kanıtlanmış gerçeklere bile direnmesinin altında bilgiye ayak uyduramama, o bilginin bir parçası olamama korkusu vardır. Tüm öğretiler (ideolojiler-felsefeler) ortaya çıktıkları dönemlerin ihtiyaçları sonucu üretilmişlerdir. Hiçbir öğreti bir öncekini reddetmez. Onu da kapsayan yeni çözümlerle takviye edilmiş bir üst versiyona dönüşebilir.
Bugün ulaştığımız çağın sebebi de yine bilge insanların akıl almaz çabalarının ve sabırlarının sonucudur.
Toplu ve yerleşik yaşam beraberinde pek çok sorun getirmiştir. Toplumların lider ve idarecileri de bu sorunlar üzerinde sürekli çözümler üretmek zorunda kalmışlardır. Bilgiyle biçimlenen anlayışlar o önemlerin felsefelerini oluşturdu. Bu felsefelerin yaratıcıları çalışmalarını yasaklara ve baskılara rağmen sürdürdüler. Öyle ki bazı düşünürler kendi öğretilerini yine kendi araştırmaları sonucunda çürüttüler. Bu öğretileri insanlık tarihine sunan bilgeler kendi yanlışından dönerken, bu öğretileri işine ya da kolayına geldiğinden cahilce savunanlar olmamış mıdır? Ama bunun çok önemi yok. Böyle bir durum zaten çok kısa bir ömre sahip insan ırkına sadece zaman kaybettirmiştir. Oysa böyle yapanların sadece kendilerini engelliyorlar.
Ön yargı en tehlikeli hastalıktır. Çünkü bunu inatla sürdürmek yanlışların en büyüğüdür. Tarihte insanın yerini farklı kılan zekâ ise ve asıl olan akılsa gördüğünü düşünmemek duyduğunu sorgulamadan inanmak ilkel bir düşünce tarzından başka ne olabilir ki?
Saygılarımla.