Nemrudun kızı yandırdın beni? Diye başlayan nağmeler dilime dolandı.
Nasıl dolanmasın? Tam da o topraklarda geçti bir haftam.
Hatay 1939 yılında Vatana ilhak edişinin üzerinden
geçen onca yıla rağmen Türkiye Cumhuriyetinin öz evladı olduğunun altını
kırmızı kalemle değil, al bayrağımızla çizmek istercesine her ev, her işyeri, her cami,
küçük büyük tepe, taş, toprak demeden donanmış ay yıldızla.
Çok ama çok hoşuma gitti bu manzara. Yenilen müzesi, mozaikleri, Asi nehri muhteşemdi.
Uzun çarşısında yediğimiz künefe miydi, çayımızı yudumlarken canlı performans
Suzan Suzi şarkısının ezgileri mi, yoksa o mistik atmosfer miydi beni benden
alan bilemiyorum. Burada günlerce oturabilirim hiç de sıkılmam duygusu
her yanımı sarmıştı. İbadethaneleri ile evrensel bütün inanışlara anne olmuş
Hatay´ın künefesinin, zahterinin, Harbiye´sinin tadı damağımızda düştük
yollarına Antep´in.
Antep´te kısa bir şehir turu ardından sorduk nerede yenir bu Antep´in tatları?
Kübban ekmeği, bakır kesede bakır kaşıkla içilen o güzel ayranının gölgesinde
kaldı mis gibi patlıcan kebabı. Ancak muhteşem bol fıstıklı baklavası tam bir
assolisti oldu soframızın.
Yediğimiz içtiğimiz bizde kalsın diyeceğim ama şimdi o güzel tatları da es geçemedim
affola. Özellikle iyi ki bizde yok nasıl korurdum formumu dedirten Kübban Ekmeğini
Antep´e bölgeye yolunuz düşerse yemeden gelmeyin derim. Antep Müzesi, tarihi çarşısı
bakırları, baharatları anlatmak zor yaşamak lazım.
Tabi ki yine o canlı performans yöresel nameler kahveye muhabbet, ortama şenlik
katıyordu. Yine ayrılmakta zorlandığım bir mekan ancak Halfeti bekler bizi
vakitlice kalkmak lazım.
Güney Doğu Anadolu turumuzu bir köşe yazısına sığdıramayacağımın farkındayım.
Her bir köşesi tarih barındıran, ne kadar da zengin bir kültüre sahibiz dedirten
neşeli ,muhabbeti bol , gezimizin sonraki duraklarına önümüzdeki haftalarda
devam etmek niyetindeyim.
Şimdilik sadece iyi ki diyorum iyi ki bu coğrafyada yaşıyorum.
Keşke diyorum, keşke artık hepimiz kıymetini bilsek her bir zenginliğimizin.