Bugün ülkemizdeki en ürkütücü ve kaygı verici salgın; mutsuzluk, umutsuzluk, yoksulluk, işsizlik ve belirsizlik... Ama Türkiye’nin sorunu artık Pandemi değil. Dünyanın tüm ülkeleri bu süreçte vatandaşlarını azami ölçüde desteklerken bizim ülkemizde insanlar çaresizlikleriyle birlikte evlerine kapatılarak kaderlerine terkedildi. Asıl kafa yorulması gereken mesele bu.
Bir pandemi gündemimiz var. Aslında tüm dünyanın gündemi. Ama artık bizim gündem sıralamamızda epeyce gerilere düşmüş görünüyor. 80 milyon nüfuslu bir ülkede, anlamsız tedbirler, yasaklar, cezalar arasında hayata tutunmaya çalışıyoruz. Tüm dünya, nüfusunun iki katı aşı sipariş ediyor, bunu da tek bir üreticiden değil, farklı üretici firmalardan sipariş ederken biz sadece Çin aşısına kaldık. Bugüne kadar aşı ile ilgili söylenen hiçbir şey doğru çıkmadı. 50 milyon deniyor, 10 milyon deniyor, 20 deniyor 30 deniyor… Ama şu ana kadar gelen aşı miktarı 1,5 milyon. Aslında bu pandeminin ilk günlerinde çokça tartışılan sürü bağışıklığına konusunu hatırlıyorum. Sanırım bu konuyu seslendiren İngiltere Başbakanı Boris Johnson’dı. Çıktı apaçık söyledi ve herkesin hışmına uğradı. Sanırım bizimkiler bu konuda bir açıklama yapıp tepkileri üzerlerine çekmemek için süreci bu akışa bırakmış görünüyorlar. Çünkü bakıyorsunuz sayın Cumhurbaşkanımız bir gün çıkıp şu kadar aşı geliyor. Şurayla anlaştık, şurayla görüşme halindeyiz, kendi yerli aşımızı üreteceğiz, Rus aşısını Türkiye’de üreteceğiz gibi kafaları allak bullak eden pek çok açıklama yapıyor... İnsanlarımızda önemli ölçüde bu konudaki beklentilerini rafa kaldırmış görünüyorlar. Allah sonumuzu hayra çıkarsın…
Bu bakanların durumu da bir tuhaf. Zaten bu Cumhurbaşkanlığı Sisteminin ne olduğunu henüz hiç kimse anlayabilmiş değil. Parlamenter sistem de milletvekillerini halk seçiyor. Hükümeti kuran parti bu seçilmiş milletvekillerinden bazılarını bakan olarak görevlendirirdi. Bu bakan olarak görevlendirilen milletvekilleri meclise, dolayısıyla kendilerini vekil olarak belirleyen vatandaşlara karşı sorumlu olurlardı. Şimdi ki bakanları vatandaş seçmiyor. Bazıları milletin atadığı vekiller değiller. Bu bakanları Cumhurbaşkanımız seçiyor. Onlarda pek tabi kendilerini sadece Cumhurbaşkanımıza karşı sorumlu hissediyor ve sadece ona hesap veriyorlar. Meclise hesap verme gereği duymuyorlar. Dolayısıyla millete hesap vermiyorlar. Kendilerinde böyle bir sorumlulukta hissetmiyorlar. O yüzden vatandaş kendi adına temsilcisi olarak meclise gönderdiği milletvekillerinin de bir hükmü kalmıyor. Bu sistemin en tuhaf sonuçlarından birisi bu durum.
Diğer bir yan etkisi de şu oldu. Bu sistemle birlikte tüm partiler siyasi anlamını ve etkisini kaybetti. Bugünkü sistemde artık partilerin de bir hükmü kalmadı. Vatandaş birini Cumhurbaşkanı seçiyor. O da herkesi seçiyor. Cumhurbaşkanını desteklemeyenler hiçbir biçimde dikkate alınmıyor.
2009 yılında rahmetli Kamer Genç’in meclis kürsüsünden yaptığı ibretlik bir konuşması var. Şu aralar tüm sosyal medya platformlarında geziniyor. O zaman, o konuşmayı yaparken bağımsız milletvekiliydi. Tek başına muhalefet yapıyordu. O günler de AKP ve eski adıyla Cemaatle bir bütün oldukları için o koltukları dolduran AKP milletvekilleri neredeyse Kamer Genç’i linç edeceklerdi. Üzerine yürüyüp tehditlerde bulunuyorlardı. Kamer Genç’in onları bu tutum ve davranışları karşısında verdiği cevap çok daha değerli. Ben daha fazlasını buradan anlatmayayım biraz merak edin ve bir zahmet dinleyin. Bugün tüm partilerin meclis sıralarında oturan milletvekillerinin %1’i Kamer Genç gibi cesur olabilse, tavır koyabilse eminim bazı şeyler farklı gelişecektir.
Bir de İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’nun annesine küfür meselesi bir haftadır gündemi meşgul ediyor. Bu konuda kendi fikrimi belirterek biraz meseleyi açmak istiyorum. Hiç kimsenin, hiçbir gerekçeyle bir anneye ya da birinin annesine hakaretini kabul etmiyorum. Etmememiz de gerekiyor. Anneler hepimizin en değerlisi ve kutsalıdır. Ama Süleyman Soylu İçişleri Bakanıdır. Sıradan bir vatandaş gibi yakınamaz. Kanunlar ve yasalar neyi gerektiriyorsa görevi gereği bu kanunların herkes için eşit uygulanmasını sağlamakla sorumludur. Annesine hakaret eden kişi kimse İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olduğu için değil, bu davranış bir suç içerdiği için yasaların gereğine göre cezalandırılması gerekiyor. Sayısız defa birçok meczup bu ülkede Atatürk’ün annesine ağıza alınamayacak küfürler, hakaretler iftiralarda bulundu. Yine birkaç yıl önce Mehmet Cengiz adında bir kişi alenen “Bu milletin anasını s…ğim dedi.” Bu söylemle ilgili kayıtlar ortada. Yani bu milletin annelerine alenen küfretti. Bütün bunlar içinde ne yapıldığını sormak gerekmez mi?
Belli ki bugün içerisine düştüğümüz bu zorluklardan ne siyasiler ne siyasi partiler ne de iktidarlarda olanlar kurtaramayacaklar. Bizi, hepimizi içimizde var olan, bizi biz yapan iyilikler kurtaracaktır. İyilik yeniden bedenimize, ruhumuza hâkim olursa ayağa kalkmamız, toparlanmamız mümkün olabilir. Belki de hepimizin sadece iyilik, adalet ve ahlak etrafında örgütlenmesi gerekiyor.
Saygılarımla.