Çok zor günlerden geçiyoruz.
Neredeyse hayatın her alanında sabır, hoşgörü ve tahammül limitlerimiz tükendi.
Her yerde ve herkesin üzerinde normal bir canlının kaldıramayacağı kadar baskı oluştu.
Tıpkı depremlerden önce o bölgede biriken enerji ve sismik stresler gibi.
Maden ocaklarında sıkışmış gazlar (grizu) gibi.
Köşeye sıkıştırılmış kedinin can havliyle saldırması gibi.
Ama ben yine de bu haftaki yazıma içeriği ile ilgili biraz araştırma yaparak başlamayı uygun gördüm. Yazımın konusu BASKI. Yer yüzündeki tüm canlılar, baskı, stres ve kaygı durumlarında ciddi rahatsızlıklara maruz kalıyorlar. Yazım baskıyı yapanlar, baskıya maruz kalanlar ve bu baskı sonucunda ortaya çıkan ruhsal rahatsızlıklarla ilgili? Bunlara dair ulaştığım bilimsel verileri kısaca paylaşarak yazıma giriş yapmak istiyorum.
“Baskılanan gruplara empatiyle yaklaşamamak, baskıcıların içinde bulunduğu bir başka durumdur. Baskılanan ve aşağılanan kişilerin gördükleri zarara karşı hassasiyeti azalan baskıcılar; daha sert, daha soğuk ve duygusuz bir ruh haline girebilirler. Empati yapmaktan iyice uzaklaşıldığında ise, kişi kendisini çevresinden birçok açıdan ayrıştırır ve kendisini üstün görmeye başlar.
Baskının maneviyat ve etik üzerindeki etkileri;
- Baskı yapmak, güç, statü ve zenginlik uğrunda insani duyguları kaybederek, başkalarına zorla boyun eğdirmeye çalışmaktır.
- Baskı yapmak, diğer insanlarla kurulabilecek manevi bağları hiçe saymaktır.
- Baskı yapmak, demokrasinin prensipleri arasında bulunan farklı kutupları ve eşitlik ilkesini reddederek, “farklı” olanlara farklı muameleler yapmaktır.
- Baskı yapmak, kendinden farklı olana ikinci sınıf vatandaş gibi davranmaktır.
Ayrımcılığa, farklılaştırmaya, zulme ve baskıya devam etmek, şefkat duygusunun da azalmasına neden olur. Başkalarını baskı altına almaya çalışan kişiler, hissizleşerek, soğuk ve sert bir mizaca bürünürler. Irk, cinsiyet, cinsel tercih ve siyasi görüş odaklı saldırılar, baskı uygulama belirtileridir.”
İktidara dışarıdan yapılan siyasi ve politik baskılar kendilerini epeyce strese sokuyor... Pandemi ve ekonomik kriz ile oluşan belirsizlik, yoksulluk, işsizlik, mutsuzluk, çaresizlik, memnuniyetsizlik ve iktidara olan inancın azalması iktidar ortakları üzerinde başka bir baskı nedeni. Önlerine gelen saha analizlerinde gördükleri sonuçlar kendilerini korkutuyor, öfkelendiriyor, sertleştiriyor. Artık sahadan gelen her türlü sesten rahatsız oluyorlar. Şikayetleri abartılı buluyor, yardım taleplerini sabredilmesi gereken yersiz bir talep olarak görüyorlar. Empati yapmak, anlamaya çalışmak yerine suçlamayı tercih ediyorlar. Hep öfkeliler ve hep karşılarındakileri suçluyorlar. Ayrıca belli ki iktidar ortaklarının kendi aralarında da ciddi fikir ayrılıkları da var. Bu kopuş durumu da iktidar ortakları açısından başka bir baskı, stres ve öfke nedeni.
Sanırım ülkemizin yaşamakta olduğu durumu en iyi şu örnek anlatıyordur;
Görüntü bir yolcu otobüs şoförünün direksiyonu bırakıp otobüstekilerle münakaşaya tutuşması gibi… Bu durumda otobüsteki diğer yolcuların yaşanabilme ihtimali yüksek bir kaza durumu ile ilgili nasıl bir korku, nasıl bir kaygı ve nasıl bir stres içerisinde olabileceklerini düşünebiliyor musunuz? Burada otobüs şoförü mü haklı, yoksa otobüstekiler mi? Saçma sapan bir tartışmaya gerek var mı? Oysa herkes sorumluluğu neyi gerektiriyorsa onu en iyi biçimde yapmanın çabası içerisinde olmalı.
Bugün Cumhuriyet tarihi boyunca eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik kriz, yoksulluk ve işsizlik yaşanıyor. Ve bu yoksulluk durumu her geçen gün daha da kronik bir hal almaya başladı. Tüm dünyayı kasıp kavuran Korona salgını ve pandemi tedbirleriyle iş hayatı, sosyal hayat resmen durdu. Vatandaşa; devletinin varlığını en çok hissettirmesi gereken günlerden geçiyoruz. Ama devlet sadece arttırdığı vergiler, otomatiğe bağladığı zamlar, hayat pahalılığı, güvenlik güçleri ve kestiği cezalarla kendisini hissettiriyor!.. Toplumun %90’ı yarınından kaygılı. 6 ay önce pandemi desteği adı altında kamu bankalarından verilen 6 ay geri ödemesiz faizli kredilerin de ödeme tarihleri geldi çattı. İnsanlar kiralarını, elektrik, su, doğal gaz, internet faturalarını ödeyemediği gibi bu kredileri de ödeyemiyorlar. Üstüne bir de işini kaybetme, hacze maruz kalma baskısı altındalar…
Tamam kabul, pandemi var. Bu geçerli bir gerekçe olabilir. Peki vatandaşın taleplerinin, şikayetlerinin hiçbir önemi yok mu? Neredeyse bir yıldır iş yerleri kapalı. Herkes bir kamu kurumunda çalışmıyor ki!.. Hiçbir geliri olmayan, günlük kazançlarıyla yaşamını sürdüren çok sayıda vatandaşımız var. Tedbirler başladığından beri evlerine para girmiyor. İnsanlara hayat eve sığar demek le oluyor mu? Yaptırımlar, yasaklar, cezalar, kurallar koymakla da olmuyor. Peki evde kalın derken önlemleriniz neler? Bu adamlar evde ne yiyip ne içecekler, ay sonu elektrik, su, telefon, doğalgaz, internet, kira gibi zorunlu giderlerini nasıl karşılayacaklar? Artık vatandaşın umudu da kalmadı. Çaresi de.
Duyduğumuz, öğrendiğimiz, yaşadığımız kadarıyla iktidar ekonomiyi tam bir ağustos böceği edasıyla yönetmiş. Resmen har vurup harman savurmuş. Kötü günler için hiç tedbir almamış. Daha önce alınmış tedbirleri, kaynakları da hoyratça kullanıp kurutmuş. Yetmemiş bir de hazineyi borçlandırmışlar. O yüzden bugünlerde vatandaşı karşısında eli bu kadar zayıf. Kendisinden daha perişan olan vatandaşına destek vereceğine, destek istiyor.
İktidar da köşeye sıkıştığının farkında. Artık kronikleşen sorunlara çözüm üretemediğinin farkında. Hiçbir konuda gerçekçi, inandırıcı ve ikna edici önlemler alamıyor. Tıpkı Pandemi tedbirleriyle ilgili aldıkları önlemler gibi. Oysa demokratik ülkelerde seçimler bu tür krizleri aşmak, düğümleri çözmek için yapılır. Seçimlerin amacı iktidarı ya da muhalefeti kayırmak, kurtarmak değil, memleketi ve milleti içine düştüğü bu çözümsüzlükten çıkartmaktır. Ülkesini, milletini seven herkesin enerjisini sadece buna harcaması, kafa yorması ortak çabamız olmalıdır. Bu ülke hepimizin. Buradan başka bir vatanımız yok. Sorunlar da bizim. Birlikte üreteceğimiz yarınlarda…
Bu haftaki yazım için araştırma yaparken rastladığım Albert Einstein’in baskı konusunda söylediği bir sözüyle yazımı bitirmek istiyorum.
“Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden” Albert Einstein
Saygılarımla