Sonuçta demokrasi ile yönetilen ülkelerde diye başladığım cümlede bir an duraksadım. Demokrasi ile yönetilmelik kavramları birbirini iten farklı kutuplar gibi bir cümle içinde olmadı, olamadı; en azından bana uymadı. Yönetişim kavramı çok daha insani ve onurlu geldi, öyle hissettim. Sonuçta akli melekeleri yerinde, ne istediğini ve ne istemediğini bilen. Hayata emek veren, katkı koyan. Sorumluluklarının ve de haklarının farkında bir bireyin yönetilmeye değil alacağı hizmete ihtiyacı var. Bunun kalitesini de, kriterlerini de belirleyecek olan kendisi. Kişiyi içinde bulunduğu toplumun uyum, güven ve refah içinde yaşamasını sağlayacak mekanizmaları işletecek organların düzgün çalışması ilgilendirir. Sağlıklı düşünebilen hiç bir insan kendisini sınırlayan, imkânlarını daraltan, emeğini sömüren bir düzeni kabul edemez. Bu insan onuruna aykırı bir durumdur. Toplumların birlik, dirlik, güvenliği; beslenme, barınma, eğitim, sağlık, sosyal ve sanatsal doyumundan sorumlu değil midir devlet mekanizması. Yasama, yürütme ve yargı ile de dengelerin korunacağı yüzyıllar öncesinden tespit edilmiş ve geçerliliğini kanıtlamıştır. Devlet kademelerinde kimden hizmet alacağımızı ve bu hizmetin niteliğini, temel felsefesini seçiyor olmamız gerektiğini düşünüyorum. Yirmibirinci Yüzyılın insanına yakışan da bu değil mi? Kişiler gelir gider. İnsanlar ölür. Toplumlar ve insanlık devam eder. Bu yaşam döngüsünde sınırlı hayata sığdırabildiğimizce toprağımıza, insanımıza, kültürümüze sahip çıkmak. Sadakatimizi de liyakatimizi da geldiğimiz köklerden yaşattığımız tohumlara verip tüm kadim birikimlerimizi aktarmak gerçek ölümsüzlük değil midir? Biz bizi yönetecekleri seçmiyoruz, bize hizmet edeceklere görev veriyoruz. Biz Cumhuruz ümmet değil.