Henüz yirmili yaşlarım. Civa gibi; zıpkın gibi sımsıkı sarılmışım hayata ve mesleğime. Karadenizde müthiş güzel bir sahil kasabasındayım. Evimin duvarlarını okşuyor dalgalar. Okul yolunun köprüsünden aşıyor zaman zaman coşkun dalgalar. Ne de olsa kocaman öğretmenim! Özgüven tavan. Rize Pazar ilçesi’nde seksenli yılların ortası. Yeşilini, insanını havasını sevdiğim özellikle de her akşam mis gibi balıkları keyifle mideye indirdiğim bu yeni hayata çok çabuk alışmıştım.Yalnız bir sorun vardı . Elsanatları dersinde yaptıracağım ürünlerin orijinal malzemelerini bulmak o zamanlar için o bölgede imkânsız gibi bir şeydi. Dünya henüz şimdiki kadar küçük değil; uzaktan alışveriş de henüz keşfedilmemişti. Ne yani vaz mı geçecektim! Asla… Hemen ihtiyaç duyguğum malzemelerin muadillerini keşfe çıktım. Sonuç: Rağmen Seramik. Ne yapıyorsunuz diye sorana cevabım. Her şeye rağmen seramik yapıyoruz. Hayatta her zaman her şey bizim idealize ettiğimiz gibi olamaya biliyor, ancak isteyen mutlaka başarıyor. Hepimizin kafatası içerisindeki o müthiş organ bir yolunu buluyor. Yoktan var etmenin de; yok deyip pes etmenin de. Alın size günün sorusu: Siz ne istiyorsunuz? Çünkü akıbetleri belirleyen niyetlerimizdir unutmayalım. Biliyorum ülke olarak zor bir dönemden geçiyoruz. Afetler, riskler, ekonomik sıkışıklık. Hangi penceresinden bakarsak bakalım yaşamın, havada bir muğlaklık. En önemlisi de bilememek, öngörememek yarınları. Olsun biz bunları geçmişte de çokça yaşadık. Gül bahçesinde de değildik. Ne biz, ne de bizden önceki neslimiz. Zorluk hep vardı. Yine saracağız yaralarımızı, yine aşacağız engelleri, yine devam edeceğiz var olmaya, yoktan var etmeye. Her şeye rağmen orada bir hayat var yaşanacak kim neye engel olabilir ki? Gün mazeretlere sığınma günü değil; kalkıp yola devam etme zamanı. Yarınlar bizi bekler.