Yıl 2012. Sıcak bir Temmuz günü. Menemen çarşısında kuyumcudayım. Düğün sezonu içerisi oldukça kalabalık. Duvar kenarında koltukta oturmuş sıramı bekliyorum. Birden dört beş aylık grimsi bir kedi. Geldi kuruldu kucağıma. Alışverişim bitti, ufaklık ayaklarımın dibinde. Sordum, kimse bilmiyor, ilk kez görmüşler. Çevreden soruşturdum kimse hatırlamıyor. Öylece zayıf ve narin kucağımda. Esnafa ben bu bebeği alıp gidiyorum; sahibi, arayanı olursa haber verin dedim ve başladı maceramız. Yıkadım temizledim oldu bir kartopu. Asil kedi. O günden bu yana yoldaşım, ailem, vazgeçilmezim. Ardından sokakta hastalanmış evimde şifa bulan Loki sarı sarmanım ve yine sokakta zor bir doğum yaparken kızımdan yardım isteyen annesinin atarlı kızı Zeyna. Bizim evde üçüyle mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz. Sokak çocuğu olmaz; sokaklar doğurmaz dediği gibi şairin. Sokak hayvanı da olmamalı. Sokaklar o sessiz yavrucaklara hem kucak , hem tuzak. Oysa çok zor değil, onca can illaki bir yürekte, bir kucakta yer bulmalı. Doğal alanlarını istila ettiğimiz o canlara en azından bunu borçluyuz. Herkes sevmek, evine almak zorunda da değil elbette. Dar etmeyin dünyalarını, eziyet etmeyin. İllaki her sokakta, her mahallede bir dost eli var; onlara ilişmeyin o bile yeterli. Sözün özü her canlının yaşam hakkı. Bu dünya üzerindeki her alandan hak sahibi olduğunu iddia eden ey insanoğlu unutma ki işte tam da o dünya üzerindeki her candan da sorumlusun. Bir tek canın canı güvende değilse o coğrafyada kim masumdur ki? Yakında genel seçimler olacak bu gün değilse ne zaman konuşacağız? Bu canlıların içinde bulunduğu şartların iyileştirilmesini sağlayacak ve kalıcılığı olan yasal düzenlemeleri bekliyoruz. Her can kutsaldır, bütün canlıların yaşam hakkı vardır. İnsan olmanın en temel kuralı da asla kendisine ve çevresine zarar vermemek değil midir