Avuçlarımda hala sıcaklığın var. Unuttum dese dilim yalan, yalan billahi yalan. Hasretindir içimde hep alev, alev yanan. O eski aşk şarkısının dizelerini çoğumuz biliriz. Bazen dilime düşüverir böylesi hissi nağmeler. Nedendir bilemediğim bir özlem duyarım içimde; sanki o dönemden gelmişçesine. Geçmişin naif insanları gelir aklıma. Zamanı yavaş, derin, incelikli yaşamış çok değil iki üç nesil öncesinin kadınları, erkekleri. Sabırla işlenen iğne oyaları, ocak başında odun ateşinde usul usul pişen yemekler, ömürlük sevdalar, ömürlük işler. O zamanın insanlarını tanıdık, onların hikayelerini dinledik, sonra birer ikişer uğurladık sonsuzluğa. Her gün artan hızlarımızla ayak uydurduk düzene. Şimdi avucumuzda birer telefon, yediden yetmişe dijitalleştik. Kavramlar değişti. Hızımız arttıkça daha, daha hızlı olsun istiyoruz her işimiz. Anında iletişim. Anında ulaşım. Bir tuşla değişiveriyor hayat. Sakın yanlış anlamayın bu gelişmelere ve değişimlere asla karşı değilim. Tabii ki çağın gereğini yaşıyor ve kolaylıklarının tadını çıkarıyorum. Anlatmaya çalıştığım ise mekanikleşen araçlarımız olsun biz değil. Geçmişin incelikli zarafetinin, naif nezaketinin de hayatımızda olması gerektiğini düşünüyorum. O sıcaklığa hepimizin ihtiyacı yok mu?