365 gün,12 ay, bilmem kaç yıl, bir saat, falanca dakika.
Dilimizde hep bir ölçek.
Hesaplaya hesaplaya bitiremedik saatleri, yılları.
Zaman izafi bir kavramdır diye meşhur bir tanımlama vardır ya.
İzafi yani göreceli, duruma göre değişebilir.
Hakikatten de öyle.
Herkeste aynı hızda ilerlemiyor mesela.
Hepimiz aynı algılayamıyoruz da.
Öyle anlar vardır ki yaşa yaşa bitmek bilmiyor, o kadar ağır ilerliyor ki zaman.
Ya bu hayat ne kadar uzun diyesi geliyor insanın.
Ya da bir bakıyorsunuz göz açıp kapatıncaya kadar bitivermiş günler.
O zaman da hayat ne kadar kısa oluveriyor dilimizde.
Mesele nefes alıp, günleri yıllara eklemekse bırak kendini.
Başını sokacak bir çatın.
Karnını doyuracak azıcık aşın.
Varsa eğer birkaç sırdaşın oldu gitti.
Ne yazık ki bir lokma bir hırka bilgeliği tasavvufun tozlu sayfalarında kaldı.
Hiç kendimizi kandırmayalım.
Artık yetmiyor bize nohut oda; bakla sofa.
Karın doyurmak değil derdimiz; güvenli, tadında yemek.
Birkaç samimi dost olsun; ancak şöyle kalabalık bir sosyal çevre hiç de fena olmaz.
Ne ihtiyaçlar bitiyor, ne istekler.
İşte koşa kovalaya geçip giden anları topluyorsun onun adı zaman oluyor.
Geçmişin bir süngerlik ömrü; geleceğin milyon nefeslik umudu olsa da
elinde olan bu gündür.
Yani diyorum ki: çok da didiklememek lazım.
Ömür geçiyor, her an çok değerli.
Biraz teslimiyet, biraz Tevafuk . Yormadan yorulmadan.
Üzmeden üzülmeden. Samimiyetle yaşamak lazım hayatı.